Atatürkçülükte Milliyetçilik Olmadığı İçin Tanımlanamıyor. (4)

(Okuma süresi 8 Dakika.)

Kaldığımız yerden devam etmeden önce, “Atatürk” imajı için yapılan PR çalışmasına birkaç örnek :

1Çanakkale/Anafartalar Zaferi’nin gerçek stratejisi (kazananı) Miralay Mustafa Kemal Bey midir ? (1)

2Sakarya Savaşında Cephe Komutanı, kazananı Fevzi Çakmak Paşa’ mıdır ? (2)

3-“Atatürk” imajı için uyarlanmış kehanetlere (II. Dünya Savaşı’ndan) bir örnek : (3) (Not: yazım hataları kaynağa aittir)

-“…Cumhuriyet gazetesinde de 8 Kasım 1951 tâ­rihindeki habere göre Atatürk’ün 27 Eylül 1932 târihinde ABD Genelkurmay Başkanı MacArthur ile dünyânın gele­cekteki durumuna ilişkin kehânetini içeren konuşma : Atatürk, özetle, daha bu târihte, Almanya’nın gelecekte… Versay’ı tasfiye edeceğini, İngiltere ile Sovyetler dışında bütün Avrupa’yı işgâl edebileceğini, savaşın 1940-1946 yılları arasında başlayacağını,…söylemiş, olması. Gerçeğinde : “Rapora göre, “Dünyâdaki harb tehlikeleri mevzuu bahis oldu­ğunda, Gâzi H[a]z[retleri], önümüzdeki on sene zarfında cihan- şümûl harbin hemen imkânsız olduğunu söylemiş” ti! (4)

**

Kalınan yerden devamla :

-Millet 1 : “Ortak bir tarih, kültür, dil, din ve/veya vatanla birbirine bağlı olduğu söylenen büyük bir insan grubu. Milliyetçilik tarafından yayılan uluslara ilişkin ilkelci bir görüş, insan kimliğinin ve kolektif yaşamın doğal veya temel ifadelerinin olduğunu öne sürer.

-Millet 2 : “Karşıt ve artık daha yaygın olan görüş olan sosyal yapı, ulusların kısmen milliyetçilik tarafından ortaya çıkarılan kültürel ve politik topluluklar olduğu, ‘Ulus’ ve ‘devlet ‘ terimleri sıklıkla birbirinin yerine kullanılsa da (Birleşmiş Milletler’ de olduğu gibi), farklı şeylere atıfta bulunurlar. Milletler sosyal kolektiflerken, devletler örgütlü kurumlara sahip yasal ve politik varlıklardır…”

-Millet 3 :  Kendine özgü kültür değerlerine ve kendi hükümetine sahip, aynı dili, dini, gelenekleri ve tarihi paylaşan tek bir bölgede yaşayan büyük bir insan grubu. (Hepsi aynı bölgede yaşamayan, aynı ırktan büyük bir insan grubu)

**

Milliyetçilik 1 : (TDK’ya göre) Milliyet ilkesini benimseyen; ulusçu, ulusalcı, milliyetsever, milliyetperver, nasyonalist:

-Milliyetçlik 2 : (Oxford sözlük) Kendi ulusuyla özdeşleşme ve özellikle diğer ulusların çıkarlarını dışlayarak veya zararına olacak şekilde onun çıkarlarını destekleme.

-Milliyetçilik 3 : https://www.meb.gov.tr/ataturk/Ilkeleri/Milliyetcilik   

Ait olduğu milletin varlığını sürdürmesi ve yüceltmesi için diğer bireylerle birlikte çalışmaya, bu çalışmayı ve bilinci, diğer kuşaklara da yansıtmaya “milliyetçilik” denilir. Şu tanıma göre milliyetçiliğin en önemli öğesi “millet” olmaktır. Öyle ise millet nedir?

Bir insan topluluğuna millet diyebilmek için bazı niteliklerin o toplumda olup olmadığı saptanmalıdır… Atatürk, milleti şöyle tanımlamaktadır: Bir insan topluluğunun millet sayılabilmesi için “zengin bir hatıra mirasına, birlikte yaşamak hususunda ortak istekte samimi olmaya, sahip olunan mirasın korunmasını birlikte sürdürebilmek konusunda iradelerin ortak bulunmasına, gelecekte gerçekleştirilecek programın aynı olmasına, birlikte sevinmiş, birlikte aynı ümitleri beslemiş olmaya” ihtiyaç vardır, işte bu ana şartları taşıyan bir insan topluluğu millet sayılır. Gene Atatürk’e göre, bu şartların doğal sonucu, ortak milli bir düşünce, ideal ve en önemlisi ortak dilin ortaya çıkmasıdır. Gerçi dil birliği millet olmanın baş şartı değildir ama insanları düşünce, ruh ve kültür açısından birbirine bağlayan ana dilin, pek çok millette tek olduğunu da unutmamak gerekir…”

**

“Doğu ve Batı Kültürleri : Kültür, her toplumun ayrılmaz bir parçasıdır ve insanların hayatlarını yaşama biçimlerini şekillendirmede önemli bir rol oynar. Dünya, belirgin kültürel farklılıklara sahip Doğu ve Batı olmak üzere iki büyük bölgeye ayrılmıştır.

-Doğu kültürü, Asya ve Orta Doğu ülkelerini içerirken, Güney ve Kuzey Amerika, Avrupa ülkeleri, Yeni Zelanda ve Avustralya’dakiler de dahil olmak üzere Batı ülkeleri, kendilerine özgü kültürel özelliklere sahiptir.

Doğu ve Batı, insanların tutum ve davranışlarına yansıyan kültürlerine dayalı birçok farklılığa sahiptir . Bu iki kültür arasındaki farklılıklar, sosyal davranış, yaşam tarzı, inançlar ve değerler dahil olmak üzere çeşitli yönlerden belirgindir.

Batı ve Doğu Kültürlerindeki Farklılıklar:

1. Sosyal Davranış : Batı ülkeleri ile Doğu kültürleri arasındaki en önemli farklardan biridir. Batı ülkelerinde, bireycilik oldukça değerlidir ve insanlar daha doğrudan ve iddialı olma eğilimindedir. Buna karşılık, Doğu kültürleri kolektif uyuma daha fazla önem verir ve insanlar daha dolaylı olma ve çatışmadan kaçınma eğilimindedir.

2. Yaşam tarzı : Batı kültürü kişisel başarıya, bağımsızlığa ve kendini ifade etmeye daha fazla önem verir. Buna karşılık, Doğu kültürü aileye, topluluğa ve toplumsal uyuma daha fazla önem verir. Sonuç olarak, Batı toplumları daha hızlı tempolu ve bireyci olma eğilimindeyken, Doğu toplumları daha rahat ve aile odaklıdır.

3. İnançlar ve Değerler : Batı ve Doğu kültürleri farklı inançlara ve değerlere sahiptir. Batı kültürü bireyseldir. Buna karşılık, Doğu kültürü, aileye, toplumsal uyuma, göreve değer verir.

4. İletişim Tarzı : Batı ve Doğu kültürlerinin önemli ölçüde farklılaştığı bir diğer alandır. Batı kültürlerinde, insanlar iletişim tarzlarında daha doğrudan olma eğilimindeyken, Doğu kültürlerinde, insanlar daha dolaylı olma eğilimindedir ve mesajlarını iletmek için sözsüz ipuçları kullanırlar.

Doğu ve Batı Kültürleri Arasında Benzerlik Olabilir mi?

Birçok düşünce okulu, Doğu ve Batı kültürleri arasında benzer özellikleri paylaşacak kadar ortak bir zemin olmadığına inanır. Bazı özellikler çok farklıdır, örneğin İslam, Hinduizm, Şinizm, Budizm, Jainizm ve Taoizm gibi Doğu kültürlerindeki din türleri gibi. Giyim ve ritüeller Doğu kültürlerinde çok farklıdır, örneğin Hintlilerin ebeveynlerine veya büyüklerine ayaklarına dokunarak saygı göstermeleri gibi. Doğu Asyalılar misafirleri karşılarken, teşekkür ederken ve özür dilerken kullandıkları bir jest olarak eğilirler…

Doğu Kültürlerinde Yaşlılar Karar Vericilerdir

Batı ülkeleri ile Doğu kültürleri arasındaki fark, yaşlıların rolüne bakılarak görülebilir. Doğu kültürlerinde, yaşlılar evdeki liderlerdir, bu yüzden çocuklar yaşlıların söylediklerini sorgulamadan yaparlar…Ebeveynler yaşlandığında, onlara bakma sorumluluğunu genellikle çocuklar üstlenir. Batı ülkelerinde, yaşlı bir kişinin refahı, çocuklarla veya diğer yakın akrabalarla işbirliği içinde devletin sorumluluğu haline gelir.

Doğu kültürlerinde genellikle ayarlanmış evlilikler gerçekleşir. Genellikle bir çiftin ebeveynleri veya başka bir büyük tarafından ayarlanır. Onlar evliliğin aşkı takip ettiğine inanırlar, tam tersi değil.

Eğitim, Doğu ve Batı Kültürleri Arasında Çok Az Benzerliğe Sahiptir

Doğu ve Batı kültürleri arasındaki karşılaştırma, Batı eğitiminin yaratıcılığa odaklandığını ve bireylerin mümkün olduğunca gelişmelerine izin verdiğini gösterir. Doğu eğitiminde başarı, mücadele ve sıkı çalışmayla bağlantılıdır. Bu, yeterince sıkı çalışırsanız her şeyi başarabileceğiniz anlamına gelir. 

Batı kültürü ve Doğu kültürü, her biri kendine özgü özelliklere sahip, insan medeniyetinin ilgi çekici yansımaları olarak durmaktadır.

Batı ülkelerinde, bireycilik, doğrudan iletişim ve kişisel özgürlük merkez sahnede yer alırken, Doğu kültürleri kolektivizmi, dolaylı iletişimi ve toplumsal uyumu önceliklendirir...”(3)

Devam edecek

www.canmehmet.com

Açıklama ve Kaynaklar :

(1) https://www.canmehmet.com/anafartalar-zaferi-nedeniyle-miralay-mustafa-kemale-bir-terfi-verilmedi-neden-6

(2) https://www.canmehmet.com/sakarya-zaferinin-gercek-cephe-komutani-fevzi-cakmak-pasa-4

(3)Yararlanılan kaynaklar : https://www.migrationtranslators.com.au/east-vs-west-cultural-differences/#:~:text=In%20Western%20countries%2C%20individualism%2C%20direct,between%20Western%20and%20Eastern%20cultures

(4) Atatürk Ne De(me)mişti? Kaynak : CEMİL KOÇAK, “Geçmişiniz İtinayla Temizlenir

“…Atatürk’ün sözleri yalnızca sansürlenmiyor. Unutturuluyor da. Mekanizma şöyle işliyor: Atatürk’ün aynı konuda değişik zaman­larda seslendirilmiş farklı görüşleri arasından seçme yapılarak, “uygun görülen” in tekrarlanmasına ve yeniden üretilmesine izin veriliyor ve teşvik ediliyor, aynı konuda “uygun görülmeyen” görüşü ise unutulmaya terk ediliyor. Resmî eğitim ve bu eğiti­min tekrârın dışında hiçbir şeye izin vermeyen düşünsel atmosfe­ri sayesinde, Atatürk’ten geriye yalnızca “hatırlanması uygun gö­rüşler” kalıyor. “Hatırlanması uygun görüşler” ise, siyasal kon­jonktüre göre, önem sıralarını birbirlerine bırakabiliyorlar. “Ha­tırlanması uygun görüşler”in neler olduğu konusunda zaman zaman çatışmaların çıktığını da biliyoruz. Fakat “hatırlanması hiç gerekmeyenler”in, “uygunsuz olanlar”ın hatırlatılması, bunlar kesinlikle “Atatürkçü düşünce sistemi”nin dışında sayıldığından, kıyameti kopartabiliyor.

Atatürk ne de(me)miştı?

Bir de “Atatürk’e uygun sözler imalatı” söz konusu. Gerek Türk İnkılâp Târihi Enstitüsü (1981/sayfa 93-95) ve gerekse Atatürk Araştırma Merkezi (1989/sayfa 133-135) tarafından yayımlanmış olan Atatürk’ün Söylev ve Demeçlerine bir göz atalım:

Burada, 1951 yılının sonlarında yabancı bir dergide (The Cau- casus-ABD) çıkan ve Cumhuriyet gazetesinde de 8 Kasım 1951 tâ­rihinde iktibas edilen ve Atatürk’ün 27 Eylül 1932 târihinde ABD Genelkurmay Başkanı MacArthur ile yaptığı ve dünyânın gele­cekteki durumuna ilişkin kehânetini içeren konuşmaya da yer veriliyor.

Kamuoyuna ilk kez o sırada açıklanan bu konuşmada, Atatürk, özetle, daha bu târihte, Almanya’nın gelecekte “millî ihtiraslarını kamçılayabilecek siyâsî bir cereyâna kendisini kaptır”ması hâlin­de Versay’ı tasfiye edeceğini, İngiltere ile Sovyetler dışında bütün Avrupa’yı işgâl edebileceğini, savaşın 1940-1946 yılları arasında başlayacağını, Mussolini’nin “Sezar rolünü oynamak hevesi”ne kapılmaktan kendisini alamayacağını, ABD’nin bu kez savaşta ta­rafsız kalamayacağını ve Almanya’nın da ancak ABD’nin müda­halesi sonucunda yenileceğini söylemiş. Atatürk’e göre, “bugün Avrupa’nın şarkında bütün medeniyeti ve hattâ bütün beşeriye­ti tehdid eden yeni bir kuvvet belirmişti” ve Avrupa’daki bir sa­vaşın gâlibi yalnızca “Bolşevizm” olacaktı. “Türkler, (…) tehli­keyi bütün çıplaklığı ile” görüyorlardı. “Uyanan Şark milletleri­nin zihniyetlerini mükemmelen istismâr eden, onların millî ihti­raslarını okşayan ve kinleri tahrik etmesini bilen Bolşevikler, yal­nız Avrupa’yı değil, Asya’yı da tehdid eden başlıca kuvvet hâlini almışlardı.”

Atatürk ne demişti? Elimizde bulunan ve bu görüşmenin özetini aktaran resmî bir rapor, yukarıdaki sözleri/bilgileri tamâmen ve kesinlikle yalanlıyor!

Rapora göre, “Dünyâdaki harb tehlikeleri mevzuu bahis oldu­ğunda, Gâzi H[a]z[retleri], önümüzdeki on sene zarfında cihan- şümûl harbin hemen imkânsız olduğunu söylemiş”ti!

Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hikmet Bayur, 28 Eylül 1932 târihinde İçişleri Bakanlığı’na yazdığı (ve Başbakanlık ile Dışişleri Bakanlığı’na da iletilen) raporunda şöyle diyordu:

“Gazi H[a]z[retleri] ile Amerika Erkânı Harbiye Reisi arasındaki mülâkâtın hulâsâsı zirde mâruzdur:

Amerikalı, Türkiye’de gördüğü iyi kabûlden teşekkür ve Amerika Reisicumhuru’nun selâmlarını arz etmiş, Gâzi H[a]z[retleri] beyânı memnûniyet etmiş ve Amerika Reisicumhuru’na mukâbil selâmlarının bildirilmesini söylemiş, Amerikalı Ankara’yı meth ile on sene sonra büyük ve yüz sene sonra pek büyük bir şehir olacağını söy­lemiş, çif[t]lik [AOÇ] hakkında pek takdirkâr lisan kullanmış, Gâzi H[a]z[retleri], çif[t]liğin beş, yedi sene evvel çıplak ve batak bir yer olduğunu, işe bir aygır ve iki küçük traktörle başlanılmış olduğunu ve bunun müteredditlere Ankara’da yerleş­menin mümkün olduğunu ispat maksadı ile yaptığını söylemişlerdir…

Dünyâdaki harp tehlikeleri mevzuu bahis olduğunda, Gâzi H[a]z[retleri] önü­müzdeki on sene zarfında cihanşümûl harbin hemen imkânsız olduğunu söylemiş, fakat terki teslihâtın da esaslı olamayacağını, zirâ emniyetin teessüs etmemiş ol­duğunu ifâde buyurmuşlardır.” (Kaynak: Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi Başba­kanlık Muamelat Genel Müdürlüğü Kataloğu Katalog Numarası: 0 30 10/1 3 1)

…Atatürk’ün bu “sözde” konuşması, yeteri kadar sık ve yoğun tekrarlanırsa, Atatürk’ün siyâsî öngörüsü hakkında bilgiçlik tas­lanacak klâsik bir örneğe dönüşüyor. Ne denli tekrarlanırsa, o kadar gerçek hâlini alıyor. Resmî eğitim, tekrâr ile gerçeklik ara­sında doğrudan ve olumlu bir ilişki kurmuş olduğundan, pek az kişi “gerçeğin” gerçekten de gerçek olup olmadığını sorma ihtiyâ­cını hissediyor. Hemen hemen herkesin her zaman hep (bâzen bir ağızdan) tekrâr ettiği “gerçek”, nasıl olup da gerçek olamaz? Ama korkarım yine de olamaz!..”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*