“Bugünlerde bazıları “Osmanlı geri mi geliyor?” tartışması yapıyor. Şüphesiz Osmanlı geri gelmiyor ve Osmanlı imparatorluğunun yeniden ihyâ edilme ihtimali yoktur. Çünkü tarihte bir olayı tekrar yaşamak, eski deyimle tarih tekerrür etmez.
Olan şudur: Cumhuriyet dönemi esasen bir çap küçültmedir.
Yani Cumhuriyet kuran nesil Osmanlı’nın heybetli ve evrensel iddialarından vazgeçmiştir…
Cumhuriyeti kuranlar manevî olarak da Osmanlı iddialarını devam ettirecek durumda değillerdi…
Aydınların çoğu bağımsız bir devlet olarak ayakta kalabileceğimize dair inancını dahi kaybetmişti. Batı’nın her alandaki üstünlüğü karşısında nefsine olan güveni kaybetmiş, aşağılık kompleksi içerisinde, pozitivist ve ateist bir eğitim sürecinden geçmiş cumhuriyet nesli çareyi geçmişi inkârda buldu ve redd-i miras etti.
Osmanlıyı ve dinî değerleri hatırlatacak her şey yok sayıldı veya yok edilmeye çalışıldı…
Yakın tarih bu çerçevede kurgulanarak Türk milletinin son 900 yıllık tarihi yok farzedildi. Orta Asya Türk tarihi efsaneleştirilmeye çalışıldı.
Alman ırkçılığının etkisiyle orijinal bir Türk ırkı arayışına girişildi.
Zeki Velidî Togan Birinci Türk Kongresinde bu yapılanların gerçeklerle bağdaşmadığını izah etmeye çalışması bir işe yaramadı.
Bu büyük tarihçi ve âlim Türkiye’den kaçmak zorunda kaldı.
Okullarda verilen resmî tarih insanları tatmin etmedi ve sorular sorulmaya başlandı. 1960 darbecileri Atatürk’ü bir ideolog haline getirdiler, onun adına bir ideoloji icad ettiler ve bunu resmîleştirdiler. Bunun doğru olmadığını Atatürk’ün bir ideolog olmadığını her devlet kurucusunun illa bir ideoloji icad etmesi gerekmediğini söyleyenler cezalandırıldı…
Yaşadığı çağı kendisine göre yorumlamış ve kendine göre bir sistem kurmuş olan Osmanlı imparatorluğu geniş bir coğrafya üzerinde uzun süre hüküm sürmüş ve 1453’lerden 1700’lere kadar 250 sene zirvede kalmış, bir süper gücü olarak eski dünyanın belirleyici bir gücü olmuştu. Barış içerisinde bir dünya ideali ortaya koymuştu…
Sonra kendisine Devleti-i Aliyye-i ebed-müddet diyen bu imparatorluk Batı’nın sanayi devrimi karşısında direnememiş ve 150-200 yıl süren bir direnişten sonra yıkılmıştı.
Cumhuriyetin redd-i miras etmesi o raddeye vardı ki, Osmanlı devrinin tarihi ve kültürel mirası yok sayıldı..
Şimdi bu 90’ına yaklaşmış delikanlı kendisinin bir Balkan devleti olmadığını, Osmanlı atalarının mirasının tek varisinin kendisi olduğunu kavramaya başladı.
Bir gün baba ocağına dönecek ve atasından kalan tarihî ve kültürel mirasa sahip çıkacak…” (*)
…
Osmanlı Devleti’nin Yönetim ve Üretim anlayışına geçmeden
Bakalım Dünya Osmanlıyı nasıl görmüş ve nasıl yorumlamıştır?
“Türkleri, Tanrı tarafından, Hıristiyanlığı terbiye, cezalandırma ve ıslah için gönderilmiş millet” olarak selamlayan Protestan Mezhebi’nin kurucusu Martin Luther’in, Osmanlı’nın Avrupa içlerine kadar ilerleyip ortaya koyduğu âdilâne sistemle yerli halkın gönlünde taht kurması üzerine, halkı acımasızca sömüren yöneticileri uyarmak amacıyla beyan ettiği şu sözler, Osmanlı’nın insanlık mertebesindeki büyüklüğünü göstermesi açısından çok ilginçtir:
“Sizin gibi gözü doymaz prenslerin, toprak ağalarının ve burjuvaların idaresi altında yaşamaktansa, Osmanlıların idaresi fakirlere daha hayırlıdır.” (1)
..
Ünlü Fransız düşünür Voltaire, Osmanlı’nın aleyhindeki art niyet ürünü tarihî iftira ve çarpıtmalara cevap verdikten sonra gerçeği şu şekilde itiraf etmiştir:
“… Ulusların mal ve canlarıyla topyekün pâdişâhın kölesi sayıldığı iddia ediliyor. Böyle bir idare kendiliğinden çökerdi.
Türkler, hür ve bağımsızdırlar. Aralarında hiçbir sınıf farkı yoktur. Sultanlar müstebit değildir. Bütün tarihçilerimiz, Türk imparatorluğunu istibdada dayanan bir devlet olarak göstermekle bizi çok aldatmışlardır.
Türk Devleti demokrasidir. Sultanlar devlet işlerinde keyiflerine göre hareket edemezler. Vergileri artıramazlar ve hazinenin parasına dokunamazlar…
Hiçbir Hıristiyan Devleti, kendi topraklarında Türklerin bir camisi bulunmasına müsaade etmez. Oysa, Türkler bütün Rumların kiliseleri olmasını hoş görürler.” (2)
…
Osmanlı’nın emperyalist olduğu ve bünyesindeki unsurları asimile ettiği iddiasını; ancak Batılıların suçluluk psikozu ve savunma mekanizmasıyla hareket ederek, kendi katliâmlarını ve sömürgeci heves ve kabiliyetlerini kamufle edip unutturduktan sonra; “hem suçlu, hem güçlü” taktiğiyle baskın gelmek şeklindeki bir İzahla açıklamak mümkündür.
Bu hususta, sonradan İslâmiyet’e ihtidâ eden Fransız filozof Roger Garaudy’nin aşağıdaki tespitleri, ne kadar da isabet arz etmektedir:
-“Batı, Katliâm yapma istidadına sahiptir.
– Size neleri hatırlatayım ki?
– Amerikan Kızılderililerin imha edilmesini mi?
– Esir ticaretini mi? Hiroşima’yı mı?
– Auschvvitz’i mi? Hıristiyan Batı Uygarlığı budur…
– Biliyor musunuz ki,
– Dünyadaki zenginliklerin yüzde 80’i nüfusun yüzde 20’si tarafından kontrol edilmekte ve tüketilmektedir?
Yılda 40 milyon kişi ölmektedir ki, bu da gün başına bir Hiroşima demektir..”(3)
www.canmehmet.com
Devam edecek
Resim : Tarafımızdan düzenlenmiştir.
Açıklama ve Kaynaklar :
(*)Yazının tamamı için bakınız; Prof. Dr. Mehmet Ali ÜNAL http://www.gazeteakademi.com/yazar.asp?yaziID=798 (22 Ocak 2012, 17:18 Gazete Akademi)
Yararlanılan kaynak; İsmail Çolak, “Yeni Dünya Düzeninde Osmanlıyı Aramak”Yazarın yararlandığı eserler;
(1) Niyazi, Medeniyet Ülkesini Arıyor. İst. 1991, s. 51. Ayrıca bkz. Osman Turan, age, s. 193; Mehmet Doğan, Kur’an Gölgesinde ve Tarih Önünde Türk, Ank. 1976. S. 237.(2) Voltaire, Türkler, Müslümanlar ve Ötekiler, Çev: O. Yensevi, İst. 1969, s. 81,88.90.
(3) Zaman Gazetesi. 6 Ekim 1994. S. 4.