“İstiklâl Mahkemeleri, yakın tarihimizin en çok tartışılan konularından birisidir; üzerinden bir asra yakın zaman geçmesine rağmen, Cumhuriyet Tarihi’nin araştırma açısından hala bakir konuları arasında yerini muhafaza etmektedir. Bakir bir konudur çünkü bu mahkemeler üzerine ciddi, önyargısız bir araştırma yapılmamıştır.
Mevcut çalışmalar, daha çok hatıra türü kitaplar veya bu hatıralara dayanılarak kaleme alınan eserlerdir. İstiklâl mahkemeleri pek çok yönüyle tartışılmaktadır; görevlendirilen hâkimlerin kişilikleri, formasyonları, duruşmalar esnasında maznunlara karşı hâkimlik mesleğiyle bağdaşmayacak tutum ve davranışları; sivil veya askeri makamların tamamına emir veriyor olabilmeleri; delile ihtiyaç duymadan karar oluşturmaları, tecziye (cezalandırma) ve terbiye edilmesi gerekenler, muhalif olanlar hakkında delil üretmeleri gibi hususlar, bu mahkemeleri tartışma konusu yapmıştır, yapmaya devam etmektedir...” (1)
…
Bu noktada, konunun anlaşılması adına İstiklal Mahkemeleri’nin kuruluş nedenleri ve hangi ihtiyaçlardan doğdukları kısaca açıklanmalıdır.
İstiklal Mahkemelerini, kuruluş ve çalışmaları dönemleri itibariyle :
- Millî Mücadele Dönemi (1920-1923),
- Cumhuriyet Dönemi (1923-1927) olmak üzere iki ana grupta değerlendirmek doğru olacaktır.
İstiklal Mahkemelerine neden ihtiyaç duyuldu ?
Bunun için Milli Mücadele döneminin (1920-1923) şartlarının bilinmesi gereklidir.
23 Nisan 1920’de Ankara’da faaliyete başlayan Büyük Millet Meclisi’nin çözmesi gereken acil problemler vardı. Bunlar :
- İlk olarak düzenli bir ordunun acilen kurulması,
- İkinci olarak (dünya) savaşı sonrası şartların doğurduğu asayiş probleminin çözülmesi,
- Üçüncüsü ve elbette en önemlisi, asker firarileri meselesiydi. Muhtelif cephelerden firar eden askerler, sağda-solda eşkıyalık yapmakta, asayişi bozmaktaydılar.
Bu şartların getirdiği mecburiyet ile Türkiye Büyük Millet Meclisi kuruluşunun ilk günlerinde, açılışından altı gün sonra, 29 Nisan 1920 tarihinde Hıyanet-i Vataniye ve aynı yılın 11 Eylül’ünde de Asker Firarileri Hakkındaki Kanunları çıkardı.
14 maddeden oluşan bu kanunun özü şu idi : “Saltanat ve Hilâfet merkezi olan İstanbul
ve Anadolu’nun pek çok bölgesi işgâl altındadır. Ülkeyi işgâlden kurtarmak için Büyük Millet Meclisi açılmıştır. Bu meclise karşı yazılı, sözlü, fiili muhalefette bulunan, halkı isyana teşvik eden vatan hainidir. Bu suçu işleyenler idam cezasına çarptırılır.”.
Asker firarileri hakkındaki kanunun birinci maddesinde : “Asker firarileri (ile), onlara yardım ve yataklık edenleri yargılamak üzere hâkimleri meclis üyelerinden seçilecek olan İstiklâl Mahkemeleri kurulur” hükmü yer alıyordu.
Amaç firarları önlemek, sarsılan otoriteyi temin etmek ve en önemlisi de yeni ordunun kuruluşunu sağlamaktı.
Normal mahkemelerle etkili ve çabuk netice almak hayli zordu. İşte İstiklâl Mahkemeleri bu son kanuna dayanılarak ve bu amaçlarla, böyle bir zaruretten, ihtiyaçtan dolayı kuruldu.
Mahkemelerin görev alanı, ilk kuruldukları sırada asker firarileriyle sınırlı idi. Hükümet, ihtiyaç duydukça meclise teklif götürecek, mahkemenin kuruluşuna meclis karar verecekti.
Mahkemelerin yetkileri genişti; verdiği kararların temyizi yoktu.
Her şeyden önce, yapıları itibariyle mahkeme üyeleri kendilerini kanunlara bağlı hissetmiyor, hatta kanunların üstünde görüyordu. Duruşmalarda avukat savunmaları “cambazlık” olarak görülmüş; avukatlar, “millet hüküm bekliyor, ne söyleyecekseniz söyleyin, uzatmayın” gibi azarlara muhatap olmuşlardır.
Nitekim mahkemelerin uygulamalarında, üyelerin sergiledikleri bu davranışlar, hem basına yansımış ve hem de yargılananların veya bir şekilde mahkemelerle yolları kesişmiş olanların anılarında örnekleriyle yer almıştır…” (2)
* * *
İstiklâl Mahkemeleri hakkında yapılan yoğun tartışma ve eleştiriler, Birinci Dönem’deki (1920- 1923) uygulamaları ve yargılamalarından çok; ikinci dönemdeki (1923-1927) uygulamalar ve yargılamalarla ilgilidir.
Gelecek bölümlerde kaynakları ile birlikte detaylı olarak anlatılacaklardan olaylardan birkaç örnek aşağıda verilmektedir :
- Hüseyin Cahit, 7 Mayıs 1925 Perşembe günü savunmasını yaptı. İddialara tek tek cevap vererek suçlamaları reddeden Hüseyin Cahit, fikrin suç sayılamayacağını ifade ediyordu. Takrir- i Sükûn Kanunu’ndan önceki fiil ve davranışlarından dolayı yargılanamayacağını, kanunun geriye yürütülemeyeceğini savunan Hüseyin Cahit, tarihe mâl olacak olan şu sözleri
söylüyordu: “Türk Cumhuriyeti’nin adlî tarihine öyle elim bir örnek kaydedilir ki, tarihî bir muhakeme gördüğünü bildiren yüce mahkememiz tarih huzuruna böyle bir karar ile çıkmaktan kaçınacağına şüphem yoktur. Herhalde böyle bir mahkemede ben, hakim olmaktan ise mahkûm vaziyetinde bulunmayı tercih ederim...”
- Zekeriya Bey, eşi Sabiha Hanım ve çocuğuyla Gülhane Parkında piknik yaparken polis tarafından Ankara’ya gönderilmek üzere emniyete götürülmüştü. Zekeriya Bey, o sıralarda, çıkardığı Resimli Hafta gazetesinde Millî Mücadelenin kahramanlığının tek bir kişiye mal edilemeyeceği görüşünden hareketle bir meçhul asker anıtı dikilmesi gerektiği yönünde kampanya başlatmıştı. Bu kampanya dolayısıyla görüşlerine başvurulacağını düşünüyordu. Ancak kendisini İstiklâl Mahkemesinde yargılanmak üzere Ankara’ya gönderilmek için tren garında buldu.
- Ankara İstiklâl Mahkemesi üyelerinden Kılıç Ali, haber peşinde koşan genç bir gazeteciyi, Hikmet Şevki’yi; kılık-kıyafet / şapka kanununun henüz çıkmadığı günlerde, şapka giydiği için, mahkemede : “Nedir bu kepazelik, bu şapka da ne oluyor, baban da mı şapka giyerdi, anandan mı şapkalı doğdun” diye azarlayarak tartaklayacak, tekmeleyecektir. Kılıç Ali, o sıralar henüz kalpak giymektedir. Aynı Kılıç Ali, şapka kanunu çıktıktan sonra, bu defa başında şapkasıyla; sarık ve fes giyen bir müderrisi, İskilipli Âtıf Efendi’yi idama mahkûm eden kararın altına imza koyacaktır...
* * *
Bu dizide kullanılacak bilgi-belgeler ; ağırlıklı olarak Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı’nca tertip edilen sempozyumdaki akademik tebliğ içeriklerine, Meclis Zabıtlarına ve olayları birinci dereceden yaşayan devlet-siyaset adamlarının yayınlanmış anılarına dayandırılacaktır.
AÇIKLAMA VE KAYNAKLAR :
(*) Sempozyum : Genellikle alanında uzman kişilerin bir araya gelmesiyle, akademik konuların çeşitli yönleriyle ele alındığı seri konuşmalara verilen addır. Genellikle bilimsel konular ele alınıp izleyicilere bilgi sunulur. Sempozyumdan önce, ilgili konular ile başkan ve konuşmacılar belirlenir.
- Prof. Dr. Mehmet Ali BEYHAN. ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİH YÜKSEK KURUMU ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ YAYINLARI, (Kaynak : İSTİKLÂL MAHKEMELERİ SEMPOZYUMU. 10-11 ARALIK 2015 / ADIYAMAN)
- Dr. Sadık ERDAŞ, Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, serdas@ hacettepe.edu.tr (Kaynak : İSTİKLÂL MAHKEMELERİ SEMPOZYUMU. 10-11 ARALIK 2015 / ADIYAMAN)