” Jül Feri’nin (Jules Ferry) lâik – seçkin tabaka yoluyla Müslümanları fethetme şeklindeki o müthiş düşüncesi, şu sonucu verdi: 1880 yılında okul çağındaki Müslüman çocukların Fransız okullarında okuyanların oranı %1.8, 1908’de %4,3 ve 1944’te %8.8 oldu. Böylece Emir Abdullah Cezâirî (*) döneminde Arap dilindeki okumuş oranı % 65 e ulaşmış bir ülke olan Cezayir, yüz yirmi beş senelik Fransız varlığının ardından %65’i okuryazar olmayan bir ülkeye dönüştü. Cezayir bağımsızlığa kavuştuğunda durum bu idi. Çünkü Arap kültürü tu kaka edilmiş, Fransız kültürü ise sadece önemsiz bir azınlığa ulaşabilmişti. ” (1)
Bu pencereden bakıldığında Ülkemizdeki “Lâik seçkin tabaka” mensuplarının tercih ettiği eğitim sistemi “Amerikan usulü” müdür? Bu konuda aşağıdaki gazete haberi bize önemli bilgiler verecektir.
…
Kaynak : 29 Eylül 1929 Tarihli The New York Times gazetesi.
“Türk Hükümeti, İlerlemenin Gerçek Yolu Olarak, Halkına Amerikanlılaşmasını Emrediyor.
(Amerika) Birleşik Devletler’in etkisi, neredeyse hiçbir Amerika’lı bunu farketmeden; Yeni Türkiye’deki, Fransa’nın (önceki) geleneksel kültür etkisininin ve Kur’an’ın ahlâki etkilerinin yerini alıyor.
Reformun çok sayıdaki gel-git dalgalarından etkilenen genç cumhuriyet, şimdi yeni bir dönüşüm denizine girmek üzere. Kemâlist hükümet bu denize ‘Amerikanizm’ diyor.
Bu sonbahardan başlamak üzere, tüm Türk okullarında İngilizce öğretilmesi için Ankara tarafından emir verilmiş olması, Türkiye’de baskın olan Fransız kültüründen uzaklaşmanın önemli bir işaretidir.
Hükümetin önemli sözcülerinden ve Başkan (Mustafa) Kemal’in en yakın arkadaşlarından biri olan milletvekili Falih Rıfkı Bey, günlük resmi gazete olan Milliyet’e şöyle yazdı :
‘Doğa, şehirler, bilim, bilgi ve insanların, hepsinin tamamen yeniden yapılandırılması gereken bir millette –ki bu bizimki oluyor-, Amerikanizm ama Avrupalılık değil, reformun temeli olarak vazife görmelidir. İlk adım, İngiliz dilinin geniş bir şekilde yaygınlaşması olmalıdır. Amerikan ruhunu benimsemek için, sadece üretim yöntemlerimizi değil, eğitim sistemimizi de değiştirmeliyiz.’ ” (**)
Ülkemizde yukarıdaki açıklamaya uygun “Amerikan Usulü” eğitim veren okulların başında Robert Koleji gelmektedir.
…
“1863 yılında dört öğrenci ile İstanbul Bebek sırtlarında eğitime başlayan Robert Kolej, Amerika Birleşik Devletleri’nin kendi toprakları dışında kurduğu ilk misyoner okuludur… (***) Osmanlı son döneminde kurulan ulus devletlerin idari, bürokratik ve teknik vb. eleman ihtiyacını karşılamıştır…
Kolej bir Hıristiyan misyoner okuludur. İstanbul’daki yabancı yüksek öğrenim kurumları ise tamamen ateisttir (Kaynak : The Story of Robert College at Constantinople, s.4). Bu sebeple, Doğu Kiliselerinin en üst düzey yetkilileri, Robert Kolejin önemini takdir etmekte ve ateizmle mücadelesini desteklemektedir. Robert Kolej’i de destekleyen American Board’ın en önemli misyonu, ‘dinsizler arasında Hıristiyanlığı yaymak’tı. Bu misyon lâyıkıyla yerine getirilmiş, dünyada dinsiz (heathen) nerdeyse kalmamıştı (Kaynak : Kocabaşoğlu, 2000: s.16). Dünyanın en etkili merkezlerinden olan İstanbul’da olması, Doğu milletlerine yeni hayat tarzı ve yeni düşünceler aşılaması, Kolejin önemini bir kat daha artırmaktadır. Kolej, Amerikan okulu olması dolayısıyla, hem Osmanlı’da, Türkiye’de hem de Avrupa’da, Amerika’yı temsil eden bir kurum olarak görülmekte, Amerika’nın Osmanlı ve Doğu’daki tesirini yaymak üzere sarf ettiği çabalar takdir edilmektedir…
Kolej eğitimi / kolej müfredatı, insanın karakterinin ve algılama duyularının eğitim yoluyla geliştirilebilineceği / değiştirilebilineceği düşüncesine dayanan hümanist teoriye göre biçimlendirilmiştir. Dolayısıyla, öğrencilerin ahlaki ve dini karakterlerini geliştirmek üzere her türlü çaba sarf edilmiştir. Dini eğitim ayrılıkçı ve tartışmalı değildir. Kutsal metinlere ve herkes için özgürlük prensibine dayandırılmıştır. Bütün öğrencilerin, disiplinli biçimde, sabah duasına, öğleden sonra İncil okumasına ve gece de dini sohbete katılması gerekmektedir (Kaynak : The Story of Robert College at Constantinople, s.49).
…Mezunlar ise, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde ve yeni devletlerin kurulmasında önemi roller oynamışlardır. Özellikle, Bulgaristan’da en üst düzey devlet makamlarını işgal etmişler, ülkelerinin Osmanlı’dan kopmasına, entelektüel ve politik yönlerden gelişmesine katkıda bulunmuşlardır. Öyle ki, 1871 yılı mezunu beş Bulgar öğrenci; Geşav, Panaretov, Stoilov, Slaveikov ve Tapçileştov, ilerleyen yıllarda belediye başkanı, parlemento üyesi, büyükelçi, bakan ve başbakan olarak yeni kurulan Bulgaristan’a hizmet etmişlerdir…(2)
…
Bir Ülkenin kültür değerleri (yozlaştırılması) neden hedef alınır?
Bu noktada “dünya çapında şöhret salmış Harvard Üniversitesi’nde bir iktisat profesörü” nün görüşlerini tekrar aktarıyoruz:
“Otuz yılımı yatırım, istihsal ve iktisadi gelişme meselelerine verdim ama sonunda şunu anladım ki bütün bu meseleler bir toplumun sosyal yapısı ile orada çarpışan fikirlere, karşılıklı menfaatlerle karşı karşıya gelince hiçbir sonuç vermez.
Bizim ekonomik dediğimiz meseleler aslında sosyal ve kültüreldir.” (3)
Bu konuda geçtiğimiz günlerde Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasından ilginç bir bölüm aktarıyoruz.
…
Başkan Erdoğan’dan ‘kültür hayatı‘ eleştirisi
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Kaymağını yedikleri bu ülkeye adeta asalak gibi yapışan elitler, Türkiye’nin kültür hayatının çoraklaşmasının da başlıca müsebbipleridir.” dedi.
“KAYMAĞINI YEDİKLERİ BU ÜLKEYE ASALAK GİBİ YAPIŞAN ELİTLER…”
Erdoğan, bunların hepsinin önemli ve değerli olduğuna dikkati çekerek şöyle konuştu:
“Ancak Necip Fazıl Ödüllerinin esas başarısı fikir ve sanat dünyamızın özgürleşmesine, zenginleşmesine, çeşitlenmesine yaptığı katkıdır. Bu ödüller asıl büyük değişimi, asıl büyük inkılabı burada gerçekleştirmiştir. Çünkü Türkiye’nin düşünce ve yazı hayatı çok uzun yıllar, her türlü keyfiliğin, her türlü bağnazlığın sergilendiği bir alan olmuştur. Eserin özgünlüğünden ziyade ideolojisine bakan, yazarın kimliğini eserinin önüne koyan bir kesim, tekellerine aldığı bu alanda kendi hizipleri, kendi küçük grupları dışında hiç kimseye hayat hakkı tanımamıştır. Bu kesimin senelerce baş tacı ettiği, ödüle boğduğu birçok ismin tek alameti farikası, fikirlerin orijinalliğinden, eserlerinin kalitesinden, oyunculuklarının gücünden ziyade kendileriyle aynı marjinal ideolojik kabileye mensubiyetleridir. Millete tepeden bakan, kendi insanını hor, hakir gören, kaymağını yedikleri bu ülkeye adeta asalak gibi yapışan elitler, Türkiye’nin kültür hayatının çoraklaşmasının da başlıca müsebbipleridir.” (4)
…
Peki, bir ülkenin kültürünün yozlaştırılmasında (kimi) yabancı okulların bir araç olarak kullanıldığı düşünüldüğünde hedef ülkelerin bilgi ve teknoloji üretimi nasıl engellenmektedir?
…
Gelişmiş Batılı Devletler, bir ülkeyi nasıl sömürgeleştirmektedir ?
Bilgi ve teknoloji üretebilmenin bilimsel bazı koşulları vardır :
– Eğitim alt yapısı gerektirir.
– Bilim alt yapısını oluşturan bir bilim kitlesi gerekir.
– Belli bir sanayinin varlığını gerektirir.
– Kültürel ve sosyal alt yapının bilgi üretimine yol verecek anlayışa sahip olması gerekir.
– Ülkenin yönetim siyasetleri, gelişmeye ve ilerlemeye dönük irade taşıması gerekir.
– Ülke insanının özgür, eşit, sorgulama idealinin olması gerekir.
– Edebiyat ve sanata önem veren siyasetler gerekir.
– Teknoloji üretiminin olmazsa olmazı üretimdir.
– Üretim yapmadan, üretimde belli mesafeler kat etmeden, teknoloji üretimi isteği sözde kalır.
– Pazarınız, tamamen yabancı sermayenin keyfi kullanımına açıksa, o ülkede teknoloji üretimi olmaz. Yabancıların ürettiği ürünün pazarı olur.
– Bırakınız teknoloji üretimini, üretim bile olmaz. Sadece ticaret olur.
-Her şeyi borçlanarak ithal edersiniz; bir miktar üretim yeteneğiniz varsa, onu da kaybedersiniz.
-Üretim içinde yapılmayan AR-GE’ler de bir işe yaramaz. Özerk olmayan bilim insanlarını tatmin etmenin ötesine geçemez.
-Bilim-üretim ilişkisi, yani sanayi-üniversite işbirliği de üretimin olmadığı bir yerde yapılamaz.
-Üretmeyen ülkelerin ticareti de, yabancıların eline geçer.” (****)
…
Yukarıda yapılan açıklamalardan sonra ülkemizde neden gerçek sanayileşmenin değil de montaj hatlarının teşvik gördüğü; Rahmetli Erbakan’ın, dünya çapında bir mühendis olmasına ve büyük uğraşlarına rağmen ülkemize ağır sanayi, motor, tank fabrikalarını kuramadığı; kurma teşebbüslerini, darbeci ve küresel sermaye güdümlü (kimi) medya-yazarlar tarafından engellenerek nasıl alaşağı edildiği daha iyi anlaşılacaktır.
….
www.canmehmet.com
….
Resim : Tarafımızca hazırlanmıştır.
Açıklama ve Kaynaklar:
(*) Emîr Abdülkâdir el-Cezâirî (1807-1883) : Cezayir’in millî kahramanı olarak kabul edilen Emîr Abdülkâdir el-Cezâirî, 1807 yılında Cezayir’in batısındaki Maskara kasabasında dünyaya geldi. 1830 senesinde Fransızlar’ın Cezayir’i işgal etmesi üzerine, yerli Arap ve Berberî kabileler yabancı hakimiyetine karşı koymak maksadıyla Emîr Abdülkâdir’in babası Şeyh Muhyiddîn’i sultan ilan etmek istemişlerdi. Fakat o yaşlılığını gerekçe göstererek bunu kabul etmemiş ve bu vazifeden oğlu lehine feragat etmişti. Bunun üzerine Emîr Abdülkâdir, Fransızlar’a ve işbirlikçilerine karşı mücadeleye başlayarak kahramanlığı ve zekası sayesinde yerli kabileleri etrafına toplamayı başardı. 1837’de Fransızlar’la imzaladığı Tafna antlaşması neticesinde ülkenin üçte ikisini kontrolüne alan Emîr Abdülkâdir, Fas yoluyla İngiltere’den sağladığı silahlarla düzenli bir ordu kurdu. Kuzey Afrika’nın özgürlük mücadelesinde göstermiş olduğu üstün askeri başarılarından dolayı tüm dünyanın siyasi kimliğiyle çok yakın olarak tanıdığı Emir Abdulkadir el Cezairi, aynı zamanda İslam tasavvufunun temel taşları olan Kadiriye, Nakşibendiye, Mevleviye ve Şazaliye gibi büyük tarikatlar içersinde manevi misyonlar üstlenmiş divan sahibi büyük bir sufidir. Daha fazlasını için bakınız : http://sefikcan.net/emir-abdulkadir-el-cezairi.html
(**) https://www.canmehmet.com/halkimiz-chpnin-ingiliz-ve-amerikanciliginin-nedenini-ve-ortadogu-planina-olan-destegini-bilseydi.html
(***)Misyoner okulları: Misyonerlerin önde gelenlerinden Tillman Trrowbridge, Anadolu’yu karış karış gezdikten sonra 1858’de yayınladığı gezi notlarında, Türklerin “dinsel ve ırksal anlamda ilkel oldukları”nı anlatır; bilinen misyoner kafası ve dünya görüşüyle. “Türkler Hıristiyan dinini kabul etmedikçe ve tüm kurumları İslam’dan arındırılmadıkça, ABD Misyoner Kuruluşları geceli gündüzlü çalışmalarını sürdürecektir“. Nitekim bu misyoner okulları, giderek Türk ve Müslüman olmayan Osmanlı vatandaşlarını, Osmanlı’dan koparmaya dayalı bir eğitim vermeye başlarlar. Çok sonraları gerek Enver Paşa gerekse de Mustafa Kemal Paşa; Yunan, Bulgar, Ermeni ve Arap isyanlarında bu misyoner okullarının önemli rol oynadıklarını vurgularlar. Daha fazlası için bakınız: https://www.star.com.tr/yazar/misyoner-okullarindan-feto-okullarina-yazi-1137597/
(****) Bülent Esinoğlu. Daha fazlası için bakınız : https://www.ulusal.com.tr/suudi-arabistan-neden-teknoloji-uretemez-makale,3553.html
(1) “YOBAZLIKLAR”. Yazar : Roger Garaudy.
(2) “Robert Kolej Mezunları ve Meşhurları”. https://www.researchgate.net/publication/283664590_Robert_Kolej_Mezunlari_ve_Meshurlari [accessed Dec 22, 2018).
(2 no.lu kaynaktan : “Bu çalışma, makalenin yazarı tarafından yürütülmekte olan, ‘Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Yabancı Okullar: Robert Kolej’de Okuyan Türk Öğrenciler Üzerine Prosopografik Bir Çalışma (1863-1975)’ (TÜBİTAK 1001 Projesi, Proje No: 113K135) konulu kapsamında hazırlanmıştır. Çalışmayı mümkün kılan katkılarından dolayı TÜBİTAK’a teşekkür edilmektedir. Hacettepe Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü.”
(3) “Osmanlı’dan Günümüze, Kimlik ve İdeoloji”. Yazar : Prof. Dr. Kemal H. Karpat
(4)https://www.sabah.com.tr/gundem/2018/12/21/son-dakikabaskan-erdogan-necip-fazil-saygi-odulu-toreninde-konusuyor
İçerikteki vurgulamalar tarafımızdan yapılmıştır.(canmehmet)