Kırmızı Kitap, Villa Nobel’in Şöminesinde Tarih mi Oldu ? (3)

Orhan Gazi de; “Osmanlı’ya iki kıta üzerinde hükmetmek yetmez! Zirâ i’lâ-yı kelimetullâh (*) azmi iki kıtaya sığmayacak kadar büyük bir davadır. Selçuklunun vârisi biz olduğumuz gibi Roma’nın vârisi de biziz! ” (1) Vasiyetini Kırmızı Kitap’a not düşer. Osmanlının bu muhteşem geniş görüşlülüğü (vizyonu) ileride Süleyman’ı, “Muhteşem Süleyman” yapacak ve ona; “Dünyanın idaresi tahtımın ayaklarının altındadır.” Gücünü bahşedecektir. Peki, Osmanlı bu başarısını neye borçludur? Bunun iki fil ayağı vardır; Türk’ün girişimciliği, cesareti ve İslam’ın manevi gücü. Bu nedenle kimileri bunu çok iyi kavradığı için , Türklerden değil, Müslüman Türklerden nefret ederler. Bunlardan birisi; ‘Üzerinde Güneş Batmayan Büyük Britanya İmparatorluğu.’dur. Bu tespitleri o kadar belirgindir ki, İngiliz devlet adamları ; “Türklerin elinden Kuran alınmalıdır.” İfadeleri ile tarihe geçmişlerdir.

* * *

Türkler tarihte birçok devlet kurarlar. Ancak; Müslüman Türklerin kurduğu Osmanlı, sıradan bir devlet değildir. Bir “Cihan İmparatorluğudur.” Osmanlının tarihte bu kadar büyük bir iz bırakmasının arkasında;

-Yönetimindeki halklar arasında fark gözetmeyen, ayrım yapmayan adalet anlayışları;

– Güçlü, Adaletli yönetimlerinin sağladığı güven ve huzur ortamı;

-Hakları arasında güven ve huzur ortamında yeşeren, barış, kardeşlik havası;

Bu nedenlerle günümüzde hala, Cezayir, Filistin, Musul, Kerkük, hatta Balkan milletleri Osmanlının yönetim anlayışını aramaktadırlar.

* * *

Türkleri Cihan İmparatorluğuna taşıyan “Kırmızı Kitap”, Sultan Vahdettin’in kızı Sabiha Sultan’ın ifadesiyle, babası tarafından (ve bir olasılıkla) Mustafa Kemal Paşa ile ilgili anılarla birlikte İtalya’nın San Remo kasabasında kaldıkları Villa Nobel’in şöminesinde yakılmıştır. (2)

* * *

Osmanlı anlayışının gençlerimiz tarafından doğru olarak öğrenilmesi için; Osman Bey, Orhan Gazi ve Kanuni Sultan Süleyman’ın vasiyetleri yanında diğer Osmanlı Sultanlarının öğütleri de aşağıda verilmektedir.

– II Murad’ın geleceğin Fâtih’ine Nasihati;

-“Ey benim sevgili oğlum! Bütün varlıkların kulluk eylediği yüce Rabbim, sana verdiği üstün meziyetleri artırsın…

-Ey oğlum! Ben, hayatlarını doğruluk üzere geçirenlerin ahiret Âleminin sonsuz nimetlerine kavuşacaklarına inanıyorum Bunun için Rabbim’e karşı yaptığım ibadetleri, samimi bir şekilde can-ı gönülden yaparım…

-Ey oğlum! Her söylenene inanıp aldanmaktan uzak durmak, her durumun içyüzünü öğrenip düşünmek ve kendi gerçeğine yaklaşmak gerek …

-“Ey oğlum! Ara sıra ecdâdımı hatırlarım. Benden sonraki neslimizin âkıbeti hakkında düşüncelere dalarım Elhamdülilllah bugüne kadar hürmet ve bağlılık görerek geldik; bugünden sonra da aynı şekilde devam etmemizi arzularım Nasıl doğup geldiysek, yine öylece gidelim isterim.

-“Şunu iyice bilesin ki, herhangi bir şeyin devamı, yalnız kaba kuvvet, kılıç ve kahramanlık zoruyla mümkün değildir . Akıl, tedbir, sabır, ileriyi görme ve yorucu tecrübeler çok mühimdir. Birinci yol, her zaman geçerli olmadığı gibi, mahzurları da çoktur. İkinci yol da tek başına işe yaramaz, büyük muvaffakiyetler için her ikisini de bir arada yürütmek gerek!

-“Unutma ki, yüce ecdâdımızın büyük zaferleri, görünüşte kılıcın gölgesinde olmuşsa da hakikatte akıl, mantık ve muhabbet güçleriyle gerçekleşebilmiştir

-“Ey oğlum! Adâletten hiç ayrılma! Çünkü Allah âdildir ve âdil olanı sever Bir bakıma sen O’nun yeryüzündeki halifesisin O, sana lütuflarda bulunmuş ve kullarının başına serdar eylemiştir; bunu unutma!

-“Ey oğul! Pâdişahlar, ellerinde terazi tutmuş kimselere benzerler Ancak asıl pâdişah odur ki, ellerindeki teraziyi doğru tuta Sen pâdişah olunca, teraziyi doğru tutmanı tavsiye ederim. O zaman Yüce Allah da, senin hakkında hayır murad eder; seni sâlihlerden kılar ”

* * *

Fâtih Sultan’ın eşsiz vasiyetnâmesi;

-“Ben ki, İstanbul Fâtihi abd-i âciz (âciz kul) Fatih Sultan Mehmed, bizâtihi alın terimle kazanmış olduğum akçelerimle satın aldığım İstanbul’un Taşlık mevkiinde kâin (bulunan) ve mâlumu’l-hudut olan 136 bap (parça) dükkanımı aşağıdaki şartlar muvacehesinde (doğrultusunda) vakfı sahih eylerim:

-Bu gayri menkulâtımdan (taşınmaz mal) elde olunacak nemalarla (gelirlerle) İstanbul’un her sokağına ikişer kişi tâyin eyledim. Bunlar ki, ellerindeki bir kap içinde kireç tozu ve kömür külü olduğu halde, günün belirli saatlerinde bu sokakları gezeler. Sokaklara tükürenlerin, tükürükleri üzerine bu tozu dökeler ki, yevmiye 20’şer akçe alsınlar, ayrıca 10 cerrah, 10 tabip ve 3 yara sarıcı tâyin ve nasp eyledim (görevlendirdim).

-Bunlar ki, ayın belli günlerinde İstanbul’a çıkalar, bilâistisnâ (istisnasız) her kapıyı vuralar ve o evde hasta olup olmadığını soralar, var ise şifâsı ya da mümkünse şifâyap olalar (şifa vereler).
Değilse, kendilerinde hiçbir karşılık beklemeksizin Dârülaceze’ye (huzurevine) kaldırılarak, orada salâh (ferah) bulduralar…

-Ayrıca külliyemde inşâ eylediğim imârethânede (aşevi) şehit ve şühedânın harimleri (aileleri) ve Medine-i İstanbul fukarası yemek yiyeler. Ancak, yemek yemeye veya almaya bizâtihi kendileri gelmeyip, yemekleri güneşin loş bir karanlığında ve kimse görmeden kapalı kaplar içerisinde evlerine götürüle.”

* * *

Yavuz Sultan Selim’in vasiyeti;

-“Mısır seferi dönüşünde, Yavuz Sultan Selim hocası İbni Kemal ile birlikte at üzerinde gidiyorlardı. Birdenbire devrinin meşhur âlimi İbni Kemalin atının ayağından sıçrayan bir çamur, Yavuz Selim’in giydiği sırmalı cübbesinin üzerine sıçradı ve kirletti. Bu durum karşısında Yavuz Sultan Selim;

-“Bana başka bir cübbe veriniz. Bu cübbede böylece hazinemde saklansın.” Diyerek sırtındaki kaftanın sandukasına örtülmesini vasiyet etmiştir. Vasiyeti gereği öldüğü zaman bu cübbe türbesindeki sandukasının üstüne serilmiştir.

-“Devlet işlerinde devrin icabı, son derece sert ve müsâmahasız olmasına rağmen, ilim adamları ile sohbetinde ve özel hayatında, tam aksine gayet yumuşak olan Yavuz Sultan Selim, gecelerini ibadet ve kitap okumakla geçiren, birçok kerametleri olan veli padişahlardandı.

* * *

Kanuni’nin son vasiyeti ve kabirdeki sandık

-Kanuni Sultan Süleyman, 72 yaşında 13. ve son seferi olan Zigetvar Kalesine 1566’da hareket etmeden önce, oğlu II. Selim’e şu vasiyette bulunmuştu:

“Benim canımdan sevgili, iki gözümün nuru Selim Han’ım! Bu iki bâzubendi (kola takılan muska) ve bir mücevherli el sandığını vakfeylemişimdir (bağışlamışımdır). Fahr-i Cihan (alemin övüncü) olan Muhammed Mustafa’nın pâk ruhu içindir. Bunları satıp Cidde-i Mamureye su getirtesin.

-Rivayete göre, vefat ettiğinde, vasiyeti gereği kabrine defnedilmek üzere cenazesiyle birlikte bir de çekmece getirilir. (Hastalığı esnasında bu sandukayı Şeyhülislam Ebussuud’a bizzat kendi eliyle teslim ve vasiyet etmişti.) Alimler bunun kabre konulup konulamayacağını tartışırken, çekmece birden bire yere düşer ve açılıverir. İçinden çıkan bir sürü tomar tomar kağıtlar etrafa saçılır. Bunlar, Kanuni’nin hükümdarlığı boyunca yaptığı bütün işlerde Şeyhülislâm Ebusuud Efendi’den aldığı fetvalardır. Fetvaları gören Şeyhülislâm, üzerindeki mesuliyetin ne denli ağır olduğunu bir kere daha anlar, hatâ yapma korkusu içinde iliklerine kadar titreyerek şunu söyler:

-“Ah Süleyman, sen kendini kurtardın, ya biz ne yapacağız?”

www.canmehmet.com

Resim : Tarafımızdan hazırlanmıştır.

(*) “i’lâ-yı kelimetullâh”; Allah kelâmının, İslâmiyetin ulviyetini ve hakikatlarının kıymetini bildirmek ve yaymak.

(1) www.muhabbetullah.com

2) Murat Bardakçı, ”Şahbaba”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Anti-Spam Quiz:

*