Lozan Antlaşması sırasında “büyük bir ihmalle” kıyılarımıza çok yakın 800 ada/adacık unutulmuştur. Bunun hikayesi aşağıda verilmektedir.
Devletlerin üzerlerini örttükleri olaylar, yaptıkları antlaşmalarda açıklamadıkları gizli maddeler vardır. Elbette bunların çeşitli nedenleri de.
Üzerleri örtülen olaylara örnek: 1908/1918 İhtilaller döneminde Osmanlı ve Rus Devletine ait hazineler, nerede ise eş zamanlı olarak (Darbeciler tarafından) yağmalanmış ve çoğu el altından yurtdışına kaçırılmış veya satılmıştır.
Bunlarla ilgili hikayeler de sonraki bölümlerde tüm açıklığı ile aktarılacaktır.
İşte Lozan Antlaşması sırasında, Mustafa Kemal Paşa’nın ifadesi ile: “Büyük bir ihmalde bulunmuşuz.” Denilen ada/adacıkların hikayesi:
…
Montrö’de Boğazlar Conventionu’nun imzasından sonra, yâni 1936 Temmuz ayının 22’sinden sonra bir gece, (O dönem CHP Hükümetinin içişleri Bakanı-Canmehmet) Şükrü Kaya, köşkünde Lozan muahedesini, kim bilir kaçıncı defa karıştırırken Adalardan bahseden 12’nci ve 15’inci maddelerde kafası bir şeylere takılır”.(1)
Haritayı açar. Önce onbeşinci maddenin İtalya’ya terkettiği Rodos’la on iki adayı ve Meis adasını işaret eder. 12 ada diye bahsedilen adalar şunlardır.
Bizim Astropalya dediğimiz Stampalya, Harki, Skarpanto, Kasso, Piskopis, (yahut Tilos), Misiros, Kalimnos, Leros, Patmos, Lipsos, Simi, Koş.
(15’inci maddenin sonunda “ve bu adalarla ilgili adacıklar” diye de bir kayıt vardır.)
Sonra 12’nci madde ile Yunanistan’a bırakılmış olan şu adalara da birer çarpı işareti koyar:
Limni, Samotraki, Midilli, Sakız, Sisam, Nikarya.
(Bu maddenin sonunda da “Bu muahedeye mugayir ahkâm mevcut olmadığı takdirde Anadolu sahillerine üç milden yakın adalar Türk hâkimiyeti altında bırakılmıştır.)
15’inci maddedeki bu “adacıklar”la 12’nci maddedeki “sahile yakın adalar”a zihni takılan Şükrü Kaya, elindeki haritada bunlara ait bir çizgi bulamaz. Aslen İstanköy’de doğmuş, büyümüş bir Adalar Denizi çocuğu, tıpkı Turgut Reis gibi bir Aydın yalıları çocuğu olduğu için, Yunanistan’a ve İtalya’ya terkedilmiş olan adalarla sahil arasında bâzı toprak serpintileri bulunduğunu hayâl meyâl hatırlar… Ama bunlar kaç tanedir, büyükleri de var mıdır? Lozan’dan beri geçen on üç yıl içinde Yunanlılar ve İtalyanlar şu “adalar” ile “adacıklar”a hiç ilişmişler midir? Lozan’dan sonra kara sınırları tahdit edilirken Batı Anadolu’da bir deniz sınırı tasavvur edilmiş midir? “Adalar” ve “adacıklar’ tâbirlerine uygun durumdaki toprak parçalarının mülkiyeti birer birer tesbit edilmiş midir?
Velhasıl uykusu kaçar, sabah erkenden vekâlete damlar. İlk işi müsteşarı çağırıp şu emri vermek olur:
-Bana gözü en açık olanlardan dört adet müfettiş seç, getir.
Dahiliye Vekâleti kütüphanesinde pek mufassal bir atlas varmış… Aldırır. Alman Erkân-ı Harbiye haritalarını da buldurur. Emniyet-i Umumiye’de bir deniz haritası da varmış, onu da alıp açar. Kendisi, müsteşar, dört mülkiye müfettişi bir komisyon halinde toplanıp “adalar” ve “adacıklar” muammasını halle çalışırlar.
Bir de ne görsünler? Serpintilerin sayısı binden fazla (!)
Şükrü Kaya hemen Adalar Denizi Türk kıyılarını dörde ayırıp, müfettişlerin her birini bir bölgeye tâyin eder. Verdiği talimat şudur:
-Vazifeniz son derece mahremdir. Herbirinize iki emniyet memuru refakat edecektir. Gittiğiniz yerlerdeki kaymakamlara. Nahiye müdürlerine ne ile uğraştığınızı asla çıtlatmayacaksınız. Sandalla mı olur, motörle mi, yelkenli ile mi, artık ne gibi vasıtalar bulabilirseniz kara sularımız içinde veya iki üç mil daha uzakta ne kadar “adacık” ve “ada” varsa dolaşıp malûmat toplayacaksınız. Mahallî âmirlerden kontrol sahalarına dahil kıyılardaki adalar hakkında sezdirmeden bilgi de toplayabilirsiniz? Adalar boş mu? Dolu mu? En geç bir ay içinde buraya gelip bana bizzat rapor edeceksiniz.
Ve derhal bol harcırahlar verdirerek bu dört müfettişi, ikişer emniyet memuru ile yola çıkartır.
Bir taraftan da Hariciye’den de bilgi arar. “Adalar”ın ve “adacıklar”in mülkiyetini teker teker tesbit eden bir protokolün mevcut olmadığını anlar.
Müfettişler vazifelerini bitirip döndükleri zaman Şükrü Kaya toplanan bilgiler karşısında âdeta dehşet duyar:
Sahipsiz yüzlerce ada!
Hemen haritaları alır, arabasına atlar; Cumhurbaşkanına gider. Durumu anlatır:
-Eğer en kısa zamanda bu adalar üzerinde mülkiyet hakkımızı belirtmezsek, Yunanlılar veya İtalyanlar hangisine ayak basarlarsa bayraklarını çekiverirler.(2) Bize de apışıp kalmak düşer. Onun için derhal adaları işgal etmeliyiz.
Mustafa Kemal bir an düşünür:
–Haklısınız… der. Büyük bir ihmalde bulunmuşuz. Şu haritalarla beraber hemen Mareşal’a git, durumu anlat.
İşte Mareşal ile Şükrü Kaya’nın arası o gün bozulmuştur.
Dahiliye Vekilini güler yüzle karşılayan (Mareşal Genelkurmay başkanı) Fevzi Paşa(*), önüne haritalar serilip durum izah edilince önce şaşalamış, sonra da birden kaşlarını çatarak:
–Olan olmuş demektir. Artık yapılacak iş yok. Elden ne gelir?
Şükrü Kaya bu sahneyi bana anlattığı zaman:
–Mareşal bu cevabı verince şaka ediyor sandım… demişti. Bu kadar önemli bir işi bir Genelkurmay Başkanı böyle hafiften alabilir miydi? Israr ettim. Bu topraklar üzerinde mülkiyet hakkımızı bir an önce kurmalıyız dedim. Hiç cevap vermedi. Baktım ki, şaka etmiyor. Haritaları topladım. Yanından ayrıldım.
Ertesi gün kabine toplantısı vardır. Müzakere başlayınca Şükrü Kaya söz alır, “Son derece mühim ve mahrem bir memleket meselesi üzerinde bilgi vereceğini” söyler ve Genelkurmay Başkanı Paşa hazretlerinin de toplantıya davet edilmesini teklif eder.
Paşa gelir. O zaman da Şükrü Kaya bütün vekilleri hayrete düşüren durumu uzun uzadıya anlattıktan sonra:
-Ben vazifemi yaptım, der, şimdi Vazife sırası paşa hazretlerindedir. Bu adaları hemen işgal ettirmelidirler.
Bütün gözler kendisine çevrilince Paşa, pür-hiddet ayağa kalkar, masaya elini vurarak haykırır:
–Erkân-ı Harbiye bu mesuliyeti üzerine alamaz. Dahiliye Vekilinin maksadı nedir? Memleketi harbe mi sürüklemek istiyor? Cevap versin! Maksadı bu mudur?
Şükrü Kaya şu cevabı verir:
-Vazife kendilerine terettüp etmektedir. Eğer hâdiselerin seyri bir harbi zarurî kılarsa, kabine karar verir, o kararı da gene Paşa hazretleri tatbik ederler.
İşte Mareşal’in mukabelesi de bu:
-Kendisinde bir harbi de göze alabilecek cesareti görebiliyorsa bu işi neden bizzat başarmıyor?
Şükrü Kaya fırsatı kaçırmaz:
–Peki… der, Paşa hazretleri emirlerindeki ince filoları 48 saat için Dahiliye Vekâleti emrine devretsinler… Dahiliye Vekâleti ve sivil idare bu vazifeyi başarmaktan şeref duyacaktır. Ve böyle de olmuştur. Fevzi Paşa Deniz Kuvvetlerine talimat vererek motor botları, birçok ufak gemileri Dahiliyenin emrine verdirmeğe mecbur olmuştur. Gümrük idaresinin bir iki gemisi, jandarma motörleri, bir sürü sandal, yelkenli vesaire de bunlara katılarak garip bir filo kurulmuştur. O yüzlerce adacığın bir kısmına birer numara, pek büyük olanlara da birer isim takılmıştır. Bu numaralarla isimler kaim çinkolar üzerine yazdırılıp yüzlerce tabelâ hazırlanmıştır. O engin saha parsellere ayrılarak vasıtalar gruplandırılmıştır. Ve bütün gruplar bir gece hava karardıktan sonra hep birden harekete geçirilmiştir. Lozan muahedesinde isim zikredilerek karara bağlanmamış olan bütün adacıklar, serpintiler ve adalar ertesi sabah tanyeri ağarıncaya kadar fiilen ve hukuken”(3) anavatana adeta yeniden ilhak edilmiştir. Adacıkların büyüklerine üçer beşer jandarmalı karakollar kurulmuş, küçüklerine tarassut kuleleri yapılmış, nöbetçiler konmuştur. Hattâ o güne kadar ihmâl edilmiş olan birçok tehlikeli yerlere deniz fenerleri takılmıştır.
Mareşal bu hareketin devamınca gayet sinirli görünmüştür. Operasyonun başarı ile bitirildiği kendisine bildirildiği zaman da hiddetle söylenmiştir;
-Sevinmekte acele etmeyelim. Bekleyelim, bakalım bu işin altından nasıl bir çapanoğlu çıkar?
İşin tuhafı, dört gün sonra, bir ân Mareşal’in dediği gibi de görünmüştür.
Bir sabah İtalyan ataşemiliteri ile ataşe Navali’nin Arslanlı kapıdan girip Genelkurmay merdivenlerini acele acele çıktıkları görülmüştür. Sabah sabah gelen bu ziyaretçiler Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisimiz Paşa hazretleri tarafından kabul edildikleri zaman kendisini selâmlamışlar ve heyecanla sormuşlardı;
-Silâhlı Kuvvetlerinizin İtalyan topraklarını cebren işgal etmelerinin sebebi nedir?
Meğer aynı anda İtalya Büyükelçisi de Hariciye Vekâletini boylamış bulunuyormuş:
Eğer bu bir yanlışlık değilse ekselans bir “Casus Belli”(4) Harp sebebi sayılabilir. Cumhuriyet Hükümetinin maksadı nedir? Oniki Ada üzerine bir saldırı mı tasarlıyorsunuz?
Mareşal Başbakanlığa gider tabiî… Vekiller Heyeti hemen toplanır tabiî… Ve Mareşal ağır basacağını sanarak şöyle der:
–Hâdise tam tahmin ettiğim tarzda inkişaf ediyor. Şimdi İtalyan askerî ataşeleri beni sual yağmuruna tuttular. Artık verilecek cevabı da siz bulursunuz.
Şükrü Kaya sorar:
-Ataşeler, mevki tasrih etmişler midir? Mareşal cevap verir:
–Evet… Kalimnos adasına 3 mil mesafede bulunan küçük
Başka?
–Bu kadar. Başka yok.
–O halde bu küçük adayı derhal tahliye eder ve İtalyan Otoritelerine teslim ederiz. Bize son hareket sekiz yüzden fazla adacık kazandırmıştır. Yunanistan’dan hiçbir itiraz gelmediğine göre bu tek adacığı İtalya’ya veririz, gerisi de bize kalır. O adada yalnız jandarma vardır. Binaenaleyh bunu sivil idaremizin bir hatası olarak gösteririz. Ben de Dahiliye Vekili sıfatı ile İtalyanlara birkaç nezaket cümlesi söyler, gönüllerini alırım…(4)
…
Lozan Antlaşması: “600 yıllık bir imparatorluğun tasfiyesidir.” İşgalciler, (Birinci Dünya Savaşı’nın galipleri) Bu nedenle uzun yıllar büyük savaşa hazırlık yapmış ve neticesinde Osmanlı-Rus-İran Devletlerini gönüllerine göre şekillendirmişlerdir. II.Dünya Savaşı, Amerika’nın Avrupayı sömürgeleştirmesi ve bu sömürgeleştirme sürecini sürdürebilmesi için Rusya’yı yeniden ayağa kaldırmış ve bu ikisi, Avrupa (hatta dünya) ülkelerini uzun yıllar sömürmüşlerdir. Ta ki, 1990 Yılların başına kadar.
Devam edecek…
Açıklama ve Kaynak:
Resim/Yazı : Tarafımızdan düzenlenmiştir.
*Fevzi Çakmak Paşa (Cumhuriyet Dönemi): CHP döneminde 03 Nisan 1921 – 31 Ağustos 1922 (Orgeneral) 31 Ağustos 1922 – 12 Ocak 1944 (Mareşal) Genelkurmay başkanlığı yapmıştır.
Fevzi Çakmak: (Osmanlı Dönemi) : Mondros Müterakkisi (30 Ekim 1918) imzalandıktan sonra genel kurmay başkanlığına atanmış ve bu dönemde Anadolu’ya silah kaçırılmasında büyük kolaylıklar sağlamıştır. İngilizlerin İstanbul’u resmen işgal ettikleri (16 Mart 1920’de) Sultan Vahdettin’in emri üzerine “İstanbul’da yapılacak bir iş kalmadı” denilerek Ankara’ya gönderilmiştir. Sakarya Savaşı’nın gerçek kahramanı Fevzi Paşa’dır. (İleriki bölümlerde bunun hikayesi de aktarılacaktır.)
1)Şükrü Kaya Lozan’ı beğenmezdi. (Hadise II. Dünya Harbi’nden önce cereyan eder, Oniki Ada ve Rodos, Meis İtalyanlardadır.) “Ordu ve Politika”. N.Nazif Tepedelenlioğlu S.328
2)In facto, in juro. (Fiili durum, hukukileşmiş durum/Canmehmet)
(3-4) “Ordu ve Politika”, Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu. İstanbul, 2003.