Son Halife II. Abdülmecid’e sürgün emri tebliğ edilir ve bu tebliğ ile, hemen hazırlanarak doğdukları, yaşadıkları ve yaklaşık 600 yıl kanları ile suladıkları toprakları terk edeceklerdir.
…
-“Bizim Hilafetmeablığımız artık kalmadı; bir gece, apar topar, Hanedanımızın altı yüz sene hükümdar olduğu bir memleketten kovulduk. Kim derdi ki; Fâtihlerin, Yavuzların, Kanunîlerin torunları çamaşırlarını bile alamadan yolcu edilecekler!
–Ölümüzü bile kabul etmeyeceklerdir. Hem baksanıza, Hilâfetin değeri, hâlâ yerimize bir kimse düşünmedikleri ile anlaşılıyor. Belki de Osmanlı Hanedanından sonra bu makama oturmaya kimse cesaret edemeyecektir…(Son Halife II. Abdülmecid)
…
3 Mart 1924
“Dolmabahçe Sarayı maiyet binasından geceyarısına doğru Mâbeyin’e çağrıldım. Kapıda beklenen nöbetçi beni başyaver odasına götürdü. Yüksek rütbeli bir zabit telefonla şifre yazdırıyordu. Beni görünce beklememi işaret etti; işini bitirince de kim olduğumu sordu…”Efendi’nin siz de maiyetinde bulunacaksınız, ona göre hazırlanın” dedi. Sonra karşısındaki bir meslektaşına, önündeki kâğıdı göstererek ve gülümseyerek:
“Son Osmanlı Halifesi’nin sizi de maiyetinde bulundurmak istediklerini bildiren bu yazısını hâtıra olarak saklayacağım’ sözlerini ilave etti.
Koridorda Emniyet Umum Müdürü’ne rastladım. Benden pasaport için iki resim istedi. Sonra üst kata çıktım. Halife Hazretleri’nin namaz odasında Kur’an-ı Kerim okumakta olduğunu açık duran kapıda gördüm. Duasını bitirince huzuruna girdim. Bana “Vali Bey, birkaç saate kadar yola çıkacağımızı bildirdi. Bizimle geleceğinizden emin olduğum için de adınızı kafile cetveline geçirdim.” Hazır bulunduğumu arzederek ve tazimle elini öperek huzurundan ayrıldım.
Aşağıya inince maiyet binasına dönmek, eşimle vedalaşmak, bavulumu almak istedim. Kapıdaki nöbetçi:
-‘Siz artık oraya gidemezsiniz. Eşinizi buraya çağırtır, bavulunuzu da getirtiniz.”dedi. Böyle de oldu.
4 Mart 1924
“Yol hazırlıkları ancak sabaha karşı tamamlanabildi. Halife Hazretleri’yle oğlu Şehzade Ömer Faruk, kızı Dürrüşehvâr Sultan ve Kadınefendiler, verilen haber üzerine, alt kata indiler. Binek taşında bekleyen ve elini öpen Eşime Efendimiz:
–“Sizi de birlikte götüremediğimize esef ederim Kızım; ileride imkân bulunursa ayrıca çağırtırım.”Dedi; kendisini son defa selâmlayan yaverini kucakladı arabasına binmeden önce de ellerini açarak milletimizin ve memleketimizin selameti için duâ etti.
Efendimizin maiyetinde Mabeyinci Hüseyin Nakib Turhan Beyle, hususî tabibi Doktor Selâhattin Bey de bulunuyordu. Aile otomobillerinin önünden ve ardından giden arabalar uzun bir kafile teşkil ediyordu. Edirnekapısı’na vardığımız sıralarda gün ağarmaya başlamıştı…Nihayet öğleden sonra Çatalca Demiryolu İstasyonu’na varabildik.
Rumeli Demiryolları Şirketi’nin oradaki âmiri meğer bir Musevi vatandaşımızmış. Efendimizin ve ailesi âzâsının dinlenmelerine elverişli başka bir yer bulunmadığı için üst kattaki dâiresini böyle habersiz gelen yüksek misafirlerinin istirahatine tahsis etti, çoluk çocuğuyla da îzaz ve yardımlarına Efendimiz tarafından takdirle teşekkür ettiğimiz zaman da:
–“Osmanlı Hanedanı, Türkiye Musevilerinin velinimetidir. Atalarımız İspanya’dan sürüldükleri, kendilerini koruyacak bir ülke aradıkları zaman onları yok olmaktan kurtardılar, devletlerinin gölgesinde tekrar can, Irz ve mâl emniyetine din ve dil hürriyetine kavuşturdular. Onlara, bu kara günlerinde, elimizden gelebildiği kadar hizmet etmek bizim vicdan borcumuzdur.” dedi ve gözlerimizi yaşarttı. (1)
…
Yukarıdaki vefa duygusunun yorumunu :
Ülkemizdeki Musevi vatandaşlarımıza,
İsrail de yaşayan Musevilere,
FİLİSTİN’de, Gazze’de Katledilen MAZLUM ÇOCUK VE KADIN Katilleri İsrailli Yöneticilere bırakıyoruz.
Ve bir Atasözü : Kim ne yaparsa kendine yapar.
Resim : Tarafımızdan düzenlenmiştir.
(1) Son Halife Abdülmecid, O. Gazi Aşiroğlu, Sahife:123