Üniversitelerin veya Ar-Ge yetkililerinin, yüksek teknolojideki yetersizliğimize: “yetişen az sayıdaki nitelikli mühendisimizin, yüksek ücret nedeniyle gelişmiş ülkelere göç ettikleri” mazeretini gösterdiklerini biliriz.
Ancak, bu mazeret ile birlikte, “yetersiz altyapı ve sermaye eksikliği” ileri sürülerek; (Yerli-yabancı) okullarda yetişen insanlarımıza; yüksek bir ideal, vatan sevgisi verilmemesi, kendi kültür değerlerimize yabancılaştırılması gözden kaçırılmaktadır.
**
Toplumlar, yüksek idealleri ile ”Büyük Devlet” olur ve bu uğurda fedakarlık yaparlar.
Çocuklarımıza; aile ve okulda kendileri ve ülkelerinin gelecekleri ile ilgili bir vizyon, hedef gösterilerek, bununla ilgili hayal dünyaları zenginleştirilmiş olmalıdır.
Günümüzün moda tabiri ile, “Köşeyi dönmek!”, iyi bir üniversiteyi bitirmek, nerede ise, insanımız için ana amaç olmuştur.
Kişi, iyi bir üniversite bitirince ne kazanacağını umut etmektedir?
“Yüksek maaşla bir işe girecek”, daha açık tabiri ile, “masa başında memur” olacaktır.
**
İdeal sahibi olmanın, “Büyük Devlet” olmakla ilgisi:
Osman Gazi’nin, yüce bir ideali olmasaydı, 400 Çadırlık bir aşiret, 20 milyon kilometrekarelik bir alanda Cihan İmparatorluğu’na dönüşebilir miydi?
Fatih Sultan Mehmet, İnandığı bir dava-ideal olmasaydı; “Ya bu İstanbul beni alır, ya da ben bu İstanbul’u” diyebilir, bir çağ kapatıp, yeni bir çağ açabilir miydi?
Ve Osman Gazi ile Fatih’in idealleri, halkının inancı, beklentisi ile örtüşmemiş olsaydı; onlara bu davayı benimsetebilir, bu uğurda büyük fedakârlık yapmalarını sağlayabilir miydi?
**
İdealler, inananlarını nasıl başarılı kılar?
İnsanlar, bir amaçları olmadan harekete geçmez, önlerine çıkan engelleri, zorlukları aşmak için fedakârlık yapmazlar.
İdeali olmayan insan çorak toprak misalidir. Düşün dünyasında hiçbir fikir yetişmez.
Bizler, tarihimizi (tarihten gelen ideallerimizi) ne yazık ki; çeşitli nedenlerle doğru (öğretilmedi) öğrenemedik.
Peki, neden?
“Napolyon’un oğluna babasının savaşları ve zaferleri anlatılmaz. Anlatılmaz, ki; büyüklük ve hırsa kapılmasın.”
Bu manada bizde de yakın tarihe kadar söylenen ; “Türkler, bir toplu iğne yapamaz”, Türklerin, “Yüzde altmışı aptal” türü, ifadeler; bir Cihan İmparatorluğu kuran millet evlatlarına, bir daha böyle büyük bir idealin peşinden gitmemeleri için kurulan büyük kumpasın, kasıtla yapılan aşağılamanın birer parçasıdır.
Oysa Büyük Milletler, Çınar Ağacı misalidir. Onlar, köklerinden (tarihlerinden) beslenirler. Tarihleri, onları yarınlara hazırlayan döl yatağıdır.
Sosyologlar bilirler: Toplumlar, şanlı tarihleri (derine inmiş kökleri ) kadar var olmaktadır.
Bu manada Napolyon‘un oğlunun acıklı öyküsünü unutmamalıdır.
Metternich; (*) bu gencin büyüklük ve hırsa kapılmaması için babasının şanlı savaşları ve zaferleri ile ilgili tarihi öğrenmemesi yargısına varmıştı; Bu kurnaz devlet adamı biliyordu ki, insanın kişilik ve yurt sevgisi duygularının geliştirilmesinde, o insanın bağlı olduğu ulusun tarihindeki şanlı olayları iletmekten daha etkili bir yol yoktur. İşte bunun için Napolyon’un oğluna babasının tarihine ilişkin hiçbir şey söylenmemiş ve bu konularla ilgili hiçbir kitabın eline geçmesine izin verilmemişti. (1)
**
Bir ülkede teknolojinin geliştirilmesinde önemli olan Vatan Sevgisi mi, Yüksek ücret, Altyapı ve Sermaye mi?
“…Osmanlıların 19. asırda ve bilhassa Tanzimat dönemindeki fabrika kurma faaliyetleri, Osmanlı sosyo-ekonomi tarihi açısından son derece önemlidir. Yakın zamana kadar, bu konuya ilişkin yapılan araştırmaların genelinde, sanayileşme girişimlerinin cılızlığı, plansızlığı vurgulanmaya çalışılmış ve bu faaliyetlerin olumsuz yönleri öne çıkarılmış, 1838 ve müteakip yıllardaki ticaret sözleşmelerinin yerli sanayiî çökertmesi üzerinde durulmuştur
Yaygın olarak rastlanılan bu tür yaklaşımlara rağmen, meseleye eğilen bazı araştırmacıların da belirttiği gibi, arşiv vesikaları söz konusu süreçte Osmanlı İmparatorluğu’nun hiç de küçümsenemeyecek ölçüde oldukça geniş, kapsamlı ve ciddi bir sanayileşme programını gerçekleştirmeye çalıştığını yansıtmaktadır.
…Tanzimat dönemi Osmanlı sanayileşme faaliyetleri asla bilinçsiz bir taklitçiliğin ve plansız bir dizi yatırım girişimlerinin sonucu değildi. Hele, Cumhuriyetin ilk yıllarında kaleme alınmış bazı çalışmalarda iddia edildiği gibi, Osmanlı fabrikalaşma hareketi asla bir komedi değildi…
…Yakın zamana kadar, 19. asır Osmanlı sanayi üzerine ayrıntılı bir bilgiye sahip değildik. Bu konuda dikkati çeken husus, özellikle Urquhart, Ubicini, McFarlane gibi gözlemcilerin yazdıklarından istifade ile Osmanlı sanayi üzerine yapılan çalışmalarda hâkim olan yaklaşım; teknolojik imkânsızlıklar sebebiyle Avrupa ile rekabet etme şansı olmayan sanayi üretiminin, çöküşte olduğu yönündeydi.
Devletin idaresinde yürütülen sanayileşme çabaları ise; bilgisizlik, cehalet, rüşvet, zimmete geçirme, sui-istimal gibi özelliklerle tavsif edilip; istenen başarının elde edilememesine yol açan diğer faktörlerin incelenmemesi veya göz ardı edilmesi şeklinde tarif edebileceğimiz olumsuz bir bakış açısıyla ve anlayışla yazılmıştı…
…yabancı gezginlerden ve konsoloslardan oluşan gözlemcilerin çoğunluğu, yıkımın işaretlerini görme beklentisi içinde olduklarından, Avrupa’nın üstünlüğünü vurgulayan somut kanıtları tespit etmeye odaklanmışlardı.
Dolayısıyla, Avrupalı gözlemcilerin ilgi alanlarının çoğunluğunu işsiz zanaatkârlar ve kullanılmayan tezgâhlar oluşturuyordu. Bu sebeple batılı gözlemciler, eserlerinde bu hususları öne çıkardılar.
Batı literatüründen etkilenen yerli yazarlarımız da bu geleneği sürdürdüler. Osman Nuri Ergin, Gündüz Ökçün gibi yazarlar, hazırladıkları eserlerinde faaliyetlerini sürdüren fabrikaları ve imalathaneleri sıraladılar. Ömer Celal Sarç ise; Cumhuriyet’in Osmanlı dönemine olumsuz şekilde yaklaştığı bir zaman diliminde yazdığı 1940 tarihli makalesinde, kapanan fabrikaları ve tezgâhları vurgulamak suretiyle Osmanlı sanayinin ne kadar geri olduğunu ispatlamaya çalıştı.
Rıfat Önsoy’un çalışmaları da Sarç’ın çizdiği anlayışın devamı diyebileceğimiz bir tarzda kaleme alınmıştı. Önsoy sadece Sarç’tan farklı olarak, daha geniş bir coğrafyadaki endüstri faaliyetlerini incelenmeye çalışmıştı. R. Önsoy’da, 19. yüzyıl Osmanlı sanayine karamsar bir bakış açısıyla yaklaştığından, yaptığı tahlillerde Osmanlı Devleti’nin değişme ve dönüşme gayretlerini genellikle gözden kaçırdı. Önsoy’un kullandığı kaynaklar; devrin müşahitlerinin yazılarına ve dönemin bazı gazetelerindeki verilere dayandığından ve arşiv kayıtlarından yeterince yararlanmadığından, Osmanlı sanayiine dair yeni bir perspektif sunmaz.” (2)
**
Yalı Köşkü Demir ve Makine Fabrikası
“Donanma gemilerine mahsus imalat ve tamirat işlerinin devam ettiği 1861 yılında fabrika, büyük bir onarımdan geçti. Onarım sonrasında tekrardan faaliyete geçen fabrikada Beyrut ve Zuhaf korvetlerinin makineleri model alınarak, 1863’te inşa edilen uskurlu (pervaneli) Merih ve Utarit korvetlerinin makineleri yapıldı.
Üretimde bu tür başarılara imza atılınca, fabrikadan beklentiler de haliyle arttı. 1866 yılında, Selimiye firkateynine konulması planlanan 800 beygir gücündeki makinenin tüm parçalarıyla birlikte Yalı Köşkü Makine Fabrikası’nda yapılmasına karar verildi.
Fakat ortada aşılması gereken büyük bir sorun vardı. Böyle muazzam büyüklükteki bir makine, fabrikada başka hiçbir iş yapılmaksızın ancak iki yılda imal edilebiliyordu. Osmanlı Devleti’nin sanayi geçmişinde örneği olmayan bir şeyi gerçekleştirmek için, fabrikayı iki yıl boyunca sadece tek bir işle meşgul etmek diğer imalata sekte vuracağından, ilk başta çekimser kalındı.
Ancak daha sonra, makinenin yapımı hem saygınlık kazanma hem de Avrupa’ya bağımlılığı giderme yolunda önemli bir mesafe kat edişi sağlayacağından, imalatın yerinde olduğuna kanaat getirilerek, gerekli düzenlemelere girişildi.
İngiltere’den bir adet büyük hadde silindiri, dikey ve yatay planya tezgâhları ile torna tezgâhları ithal edildi. Fabrika çalışanlarının sayısı artırıldı. Bütün hazırlıkların tamamlanmasının ardından, fabrikada 800 beygirlik buhar makinesinin inşasına başlandı. Selimiye firkateyninin buhar makinesi imal edildikten sonra, yeniden standart üretim seviyesine dönülen fabrikada; 1870 yılında Aynalıkavak havuzunda inşa olunan zırhlı korvetin buhar makinesine ait büyük silindir imal edildi.
Aynı yıl fabrikada eğitim gören çarkçı sınıfı öğrencileri, 1833 yılında kurulan Tersane Dökümhanesi’ndeki haddehanenin kullanılamayacak derecede yıpranmış vaziyetteki hadde makinesinin yerine yenisini yaparak, Tersane’deki üretim sürecine kazandırdılar.
Yine 1870 yılı içerisinde fabrikada Tersane’deki havuzların tahliyesinde kullanılan pompaların imaline de başlandı.
Yalı Köşkü Demir Fabrikası, Sultan Abdülmecid döneminde yoğunlaşan sanayileşme teşebbüslerinin bir ürünü olarak, Zeytinburnu’ndaki demir çelik endüstrisinin yükünü hafifletmek maksadıyla 1850 yılında tesis edilmiştir.
Fabrikada üretim faaliyetlerinin devam ettiği sırada patlak veren Kırım Savaşı, gelişmeye çalışan Osmanlı sanayiine darbe vurduğu gibi, fabrikanın kaderinin değişmesine de neden olmuştur. İngilizler, savaş sırasında zarar gören müttefik donanmasına ait gemilerin bakım ve onarım işlemlerini gerçekleştirmek üzere, fabrikayı tamir atölyesine ve buhar makineleri imal edilen bir makine fabrikasına dönüştürmüşlerdir.” (3)
**
Çeşitli nedenlerden (Çıkartılan iç isyanlar ve kasıtla çıkarılan savaşlar/Canmehmet) dolayı mali sıkıntılar yaşayan bir devlet olan Osmanlı, bu dönemlerde 600 milyon kuruş tutarındaki yıllık gelirlerinin nerdeyse %20’ye yakın kısmını (104 milyon kuruş) sanayileşme programına tahsis ederek fabrikalar kurmuş ve Batı ile arasında oluşan sanayileşme açığını bu yolla kapatmayı amaçlamıştır.(4)
1700’li yıllardan başlayarak 1860’lara kadar süren sanayileşme çabası çerçevesinde çok sayıda devlet fabrikası (Fabrika-i Hümayun) kurulmuştur.(5)
Osmanlı Devleti: 1851 – Londra; 1855 – Paris;1862 – Londra;1863 – Sergi-i Umumi-i Osmani,1867 – Paris;1873 – Viyana;1889 – Paris;1893 – Chicago ile, 1900 – Paris Uluslararası Fuarlarına katılarak, kalite konusunda dünya birinciliği dahil çeşitli ödüller kazanmıştır.(**)
**
Yaygın kabule göre, teknoloji üretimi ve geliştirilmesi; her ne kadar, altyapı, sermayeye bağlı olsa da istendiğinde bunlar olmadan da yapılmaya çalışılmıştır.
Bizler, I.Dünya Savaşı’ndan yaklaşık yüz yıl evvel çıkmamıza rağmen ne yazık ki, 90 yıl süresince kayda değer bir mesafe alamamışız. Bu noktada yazının girişindeki ifademizi tekrar edersek:
“Neden kendimize yeterli (Yüksek sivil-askeri yüksek) teknoloji üretemiyoruz?” :
-“Yetersiz altyapı ve sermaye eksikliği” ileri sürülerek; (Yerli-yabancı) okullarda yetişen insanlarımıza; yüksek bir ideal, vatan sevgisi verilmemesi, kendi kültür değerlerimize yabancılaştırılması (konunun açıklığa kavuşmaması için) gözden kaçırılmaktadır.
Devam edecek
Açıklama ve kaynaklar:
Resim : Görseller web ortamından alınmış, tarafımızdan düzenlenmiştir.
(*) Avusturyalı devlet adamı. Napolyon’u yenilgiye uğratan ittifakın oluşmasına katkıda bulunmuş ve Viyana Kongresi’ni (1814-15) toplayarak Avusturya’yı yeniden Avrupa’nın önde gelen devletlerinden biri durumuna getirmiştir.
(1)Charles N. Sherrill – Bir ABD Büyükelçisinin Türkiye Hatıraları – Mustafa Kemal, Cilt-2
(2) ONDOKUZUNCU YÜZYIL OSMANLI SANAYİİNE İLİŞKİN ÖNYARGILI YAKLAŞIMLAR. Yazar : Engin Kırlı. Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. Yıl: 2017/3, Sayı:28, s.193-208.
(3) OSMANLI DEVLETİ’NDE AĞIR SANAYİ YATIRIMLARINA BİR ÖRNEK : YALI KÖŞKÜ DEMİR VE MAKİNE FABRİKASI. Osmanlı Bilimi Araştırmaları, XVIII/2 (2017): 1-23. Yazar : Serdal Soyluer, Yrd. Doç. Dr., Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü.
(4) Abdulkadir Buluş, “Ann Binns’in Türkiye Günlüğü’nden Seçmeler: Dindar Bir İngiliz Kadının Gözlemleri Ve 19. Yüzyıl Osmanlı Sanayileşmesinden Manzaralar”, Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı 12, 2012, s.50 (Alıntı: http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/19/2139/22158.pdf )
(5)19. Yüzyılda Osmanlı Sanayileşmesi Sürecinde Kurulan Devlet Fabrikaları: Bir Envanter Çalışması Mustafa Kurt, Kemalettin Kuzucu, Baki Çakır, Kemal Demir. http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/19/2139/22158.pdf