Japonlar Ülkelerini Nasıl Kalkındırdılar (1)

Aynı dönemde iki imparatorluktan (Osmanlı ve Japon) birisi battı, diğeri uçurumun kenarından döndü. Peki, bu nasıl oldu? Nasıl olduğu, dönemin Japon devlet, siyaset ile ilim insanlarının anlatımlarından  aktarılmaktadır. Japonlar ne yaptılar da, kültürel ve ekonomik boyutta sömürgeci batının öğütücü dişlileri arasında yok olmadılar?

Aktarılanlar arasında, siyasetçilerin, akademisyenlerin, aydınların, gazetecilerin ve halkımızın, ülkemizin kalkınması adına çıkaracağı önemli dersler vardır.

Hiçbir başarı yoktur ki, içinde; plan, disiplinli çalışma ve fedakarlık olmasın.

Bu yazı dizisini, özellikle Üniversite gençlerimize de kuvvetlice öneriyoruz. Çünkü “Bilgi Toplumu” olabilmek, çağının gereklerini yerine getirmenin yanında, bilgiyi ve bilgiden yeni bir bilgi üretimini de gerekli kılmaktadır.

Aktarılanlar, Seyyah, gazeteci, yazar ve ilim insanı, Abdürreşid İbrahim’in, 1909 Yılında Uzakdoğu seyahatinde Japonya’da gördükleri ile ilgili olarak bunları bize yazdığı (Alem-i İslam) kitabına aittir.

Yazar, Japon Prens, Bakan, General, Üniversite Hocaları, yöneciler, kontlar ve büyük sermaye sahipleri ile birçok kez ve çok uzun görüşmeler yapmıştır.

Bu anlatımlarda ana tema, Japonya’nın kalkınmasındaki sırların öğrenilmesi ve aktarılmasıdır.

Okuyanlar, lütfen bu aktarılanların, 1909 Yılına ait olduğunu sık sık hatırlamalıdır. Ki; devletlerin hayatında yüz yılın ne ifade ettiği daha iyi anlaşılabilsin.

Bir ülkenin kalkınmasında en temel ihtiyaç-zaruret olduğu için yazıya ilk olarak,

Yaşlı Tokyo adliye meclisi reisinin ağzından Japonların uçurumun kıyısından hangi olayla ve nasıl döndükleri anlatılmaktadır.  (Yıl 1909)

“…Japonya bundan 50 sene evvel 300 bu kadar vilayete taksim olunurdu, her ne kadar memleketin hâkimiyet ve imparatorluğu şimdiki hanedana mensup idiyse de, umumiyetle vilayetler birer emirlik şeklinde idare olunurdu. Ve her emirlik de kendi ülkesinde hür ve müstakil idi. Birbirleriyle muharebeler ederlerdi, birinin mülkü diğerine geçer ve ilâ gayri zâlik. Bununla beraber umumiyetle federasyon usulünde tümüne bir Japonya denilirdi. İmparatorluk payitahtı Kiyoto beldesinde bulunurdu.

Çimbo Tingo tarihi 20. Senelerinde Tokyo emirliğinde olan Tokogavakiki gayet kuvvetli bir emirlik olmuştu, pek çok muharebeler kazandı, büyüdükçe büyüdü, sonunda imparatorluğa karşı dahi harp ilan etti.

O arada emirlikler arasında bir i’tilaf (yakınlaşma-anlaşma) başlamıştı, bu yakınlığa da sebep 1808’de Amerika’nın Japonya’ya karşı icra ettiği nümayiş olmuştu. Amerika’nın tecavüz edeceğini hisseden Japonlar kendi aralarında ittifak antlaşmasının lüzumuna kesin olarak karar vermişlerdi.

Nihayet Tokogavakiki güç ile galebe ettiğinde bütün emirliklerle beraber kendi emirliğini de lağvederek, memleketi tamamıyla müstakilen şimdiki (imparator) Mikado’ya terketti. İmparatorluk da Tokyo’ya naklolundu.

Daha doğrusu evimize dışardan hırsız geleceğini hissedince birleşiverdik. Sonra baktık ilim ve maarife ihtiyacımız büyük, çocuklarımızı Avrupa’ya tahsile gönderdik, öğretmenler getirdik. (1)

Yaşlı Japon siyasetçi ne demektedir?

-“…1808’de Amerika’nın Japonya’ya karşı icra ettiği nümayiş olmuştu. Amerika’nın tecavüz edeceğini hisseden Japonlar kendi aralarında ittifak antlaşmasının lüzumuna kesin olarak karar vermişlerdi. “

-Demek ki, Japon kalkınmasının ilk roketi, ülke içinde sağlanan birlik olmuştur.

-Birlik sağlandıktan sonra ancak, sıra ilim ve maarife gelmiştir. Daha doğrusu gelebilmiştir.

Bu bölümü, Japonların anlayışına çarpıcı bir örnek olması ve bir ibret alınması için aşağıdaki aktarımla bitiriyoruz.

MAREŞAL OYAMA

Japonların askerî liderlerinden ve dünyanın en tanınmış kumandanlarından olan Mareşal Oyama ne yapıyor?

Ben bundan evvel de pek çok kereler Japonların millî ahlâka ziyadesiyle itina etmekte olduklarını ayrıca şerh ve beyan etmiştim. Bu defa da bu millî ahlâkın muhafaza edilmesinin lüzumunu gerekli görenlerden biri ve belki en birincisi olan Mareşal Oyama cenahları hakkında bazı izahat vereceğim.

Mareşal Oyama’nın kim olduğunu ve nasıl bir kimse olduğunu Rus-Japon muharebesi’nde bütün cihan öğrenmiştir. Şimdi ben bu adamın hâl-i hazırdaki meşguliyetlerinden biraz malumat vermek istiyorum.

Mareşal Oyama şimdi bir mektep müdiridir, hem de gece mektebinin müdiri. Kendisine işaret olunan zatın bu vazifeyi kendi isteğiyle kabul etmesinin ne gibi bir fikre mebni olabileceği, az bir düşünmekle anlaşılabilir.

Fakat ben daha ziyade izah etmek için biraz da tafsilat vermek istiyorum.

Koca Mareşal/Müşir çocuklara nezaret, belki doğrudan doğruya çocukların eğitim ve öğretimiyle ilgilenmeyi tercih ederek bu surede İlletine, millet ve vatan evladı yetiştirmek istiyor, haftanın 6 gününü mektepte geçiriyor, geceleri de yine mektepte yatıp kalkıyor, bütün asilzade çocuklarıyla fukara çocuklarını beraber terbiye ediyor: Elbiseleri eşit, yeyip içmeleri beraber, yatakları aynı derecede, Mareşal Oyama cenahları da aynı elbise (için)de onlarla beraber, haftada bir kere de evine izinli olarak gider, yine talebe ile beraber tramvay ile dönüyor.

Haftada bir gün ailesinin yanında bulunuyor ve tedrisat günlerinde bütün hafta mektepte bulunuyor. Koca Mareşal’i görmek ve görüşüp konuşmak için iki defa mektebe gittim, bir defa da tramvayda tesadüfi olarak gördüm, kendileri iltifat buyurdular. Bir defa(sında) mektebe gittiğimde Koca Mareşal çocuklarla beraber jimnastik oyununda bulunuyordu.

Bu adam koca bir asker kumandanı olduğu halde, böyle bir mektep müdürlüğü vazifesini niçin gerekli gördüğünü kendisine sorduğumda, biraz sükutu müteakip tebessüm ederek dedi ki:

–Tamahkârlıktır, fakat birkaç senede 1.800 Oyama yetiştirmek istiyorum.

-Bakınız, dünyanın parmakla gösterdiği şu mareşalin bugünkü vazifesine! Hayret edilecek bir şey değil de nedir?

-Ben de kendileriyle beraber, “Bu, tamahkârlıktan başka bir şey değildir” diyeceğim, fakat keşke bizde de böyle tamahkârlar çıksaydı, ne hoş olurdu.

-‘Çok yazık’ demeliyiz, bizim büyük kumandanlar içinde Oyama gibi muktedirler olsa bile, bu gibi bir vazifeyi vatan ve milletin menfaatini, istikbalini düşünerek kabul ederler miydi? Büyüklük kolay değil, bizim azledilen Şeyhu’l-İslâmlarımız, Kazaskerlerimiz, bilmem kimlerimiz… hepsi dolgun maaşla mezar nöbetçiliğini tercih ediyorlar. Canları sıkılırsa, kendileri gibi azledilmiş olanlarla bir araya toplanarak tavla ile, bilmem ne ile vakit geçiriyorlar, maaşlarını ecnebi bankalarına tevdi ederek ne millet hayır görür, ne de kendileri, nihayet bir gün bu cihandan çekilip gidiyorlar. “Bunlardan istifade edeceğiz” diye millet bekleyedursun.

Bari, “Milletten maaş alıyoruz, hiç olmazsa Allah rızası için ders verelim” diyecek biri olsa… o da yok.

Koca Mareşal, her nerede tesadüf ettimse hep âdi (sıradan/basid elbise (için)de gördüm, ‘tevazu’ denilecek olursa. Sanki bu adama münhasırdır. (2)

AMİRAL TOGO

Bu adamı da tarife hiç hacet yok, yalnız yaşantısından biz malumat vereyim: Bu zat Tokyo şehrinde, ‘Togo Yokuşu’  diye isimlendirilen bir dar sokakta, küçük bir evde ikamet eder.

Evin sokak kapısı gayet sade tahta kapı olup, siyaha boyanmıştır. Bu kapıdan girdikten sonra ufak bir meydan, az içeri sağda ufacık bir kulübe: işte Togo’nun evi. Ev içinde döşeme/eşya namına hiçbir şey yok, (evin bütün eşyası) âdi [basit/sıradan] Japon evinde olduğu gibi bir hasırdan ibarettir.

Togo’nun evinin büyüklüğünü tarif etmek için ben orada iken vâki olmuş bir hâdiseyi Tokyo gazetelerinde neşrolunduğu gibi arzedeceğim.

Ben daha oraya yeni gelmiştim, böyle olmakla beraber gazetelerden her gün tercüman vasıtasıyla istifade etmekten geri kalmazdım. Bir gün gazetelerde yazmışlar:

(ziyaretçiler) gelmişler, evinin önünde olan meydana girdikten sonra tercüman vasıtasıyla kendilerini Togo cenahlarına takdim ettirmişler, Togo, koca amiral bu aziz misafirleri büyük bir memnuniyetle kabul edeceğini beyan buyurduktan sonra, yine tercüman vasıtasıyla evine 6 kişiden fazlasının sığmayacağını belirtip (bundan ötürü) özür dileyerek görüşmeleri için kapı önündeki meydana çıkacağını söylemişler.

Turistler de demişler ki: “Hayır, biz amiral cenablarını ası oldukları meskende görmek istiyoruz, müsaade buyursunlar da biz 6’şar 6’şar girip bulundukları yerlerinde ziyaret ederiz”.

Bunun üzerine muhterem misafirler 6’şar 6’şar ziyaret etmişler, her taife 5 dakika sohbet etmek şartıyla.

Bunu gazeteler bu suretle tafsilatlı olarak yazdıktan sonra bazıları tenkit ettiler ve bazıları eseflerini belirttiler, bir kısmı da tasvip ederek alkışladılar.

Bu böyle geçti, gazeteler de meseleyi tamamen kapattılar. Aradan nihayet iki ay geçmişti, tekrar gazetelerde Togo hakkında bir makale:

Deniz subayları, amiralleri olan Togo cenahlarının Amerika(lı) turistleri kabul ediş şekli güçlerine giderek kendi aralarında yardım defteri açmışlar, Togo cenahlarının şöhretine uygun bir ev satın alınması için para toplamışlar, aralarından iki subay ile Amiral Togo hazretlerine göndermişler.

Togo cenahları bu iki subayı huzuruna kabul ederek demiş ki: “Subaylarımızın bu kadar zengin olduklarını bilmezdim, ziyadesiyle memnun oldum. Fakat ben bu evde ömrümü geçirdim. Kendi ömrümde 50 senede ancak bir defa böyle bir kabul merasimine tesadüf ederek mahcup oldum ise de, bundan sonra daha 50 sene yaşamak ihtimali de uzak, şu halde inşâallah bir daha böyle bir mahcubiyete zaman müsaade etmez, böyle olmakla beraber bu gayretinizi takdir ederim, çalışmanız boşa gitmesin, bizim Bahriye Mekteplerimizin ihtiyacı çoktur, bu parayı oraya bahşederseniz memnun olurum”

İşte subaylar, işte Koca Amiral, işte Japonlarda ahlâk! Basîret sahipleri için ibret vericidir. Japonların ahlâkını tarif için bu kâfidir. (2)

Devam edecek…

www.canmehmet.com

Resim : Tarafımızdan düzenlenmiştir.

Kaynak; (1-2)Alem-i İslam Cilt I.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Anti-Spam Quiz:

*