Bunlar Öğrenilmiş Olsaydı Kimler Darbecilik Oyunu Oynardı? (1)

Amerikan Deniz Kuvvetleri Akademisi’nde bir öğretmen anlatmaktadır; ”İstanbul’da üslenmiş birkaç muhribimizin yardımı ile iş çevrelerimizin temsilcileri gittikçe bu ülkeye yerleşiyorlar. Amerikan gemilerinin telsizleri ile ticarî mesajlar en kısa zamanda yerlerine ulaştırılıyor…

Amerikan muhripleri Türk limanlarına durmadan Amerikan mallarından örnekler taşıyorlar… Bir Amerikan muhribi, kazanlarını patlatırcasına hız yaparak Amerikan petrolcülerini, yeni bulunan bir petrol kaynağına herkesten önce yetiştirdi. Bu, intikam alan dolar diplomasisidir.

Durum bu şekilde devam ederse, Yakındoğu’daki denizcilik sorunlarına sadece akademik açıdan bakamayız. Bu sorunlar, ticaretin korunması, boğazlar ve geçitlerin, limanların kontrolü ile ilgilidir. Bu sorunlar, siyasî ve ticarî yönleri hesaba katılmaksızın ele alınamazlar.” (1)

(MERAKLILARI : İLERİDE İMZALANACAK VE -Bize “Zafer” diye aktarılan- LOZAN ANTLAŞMASINA DAYANAK OLACAK “WİLSON İLKELERİ 12. MADDE” ye bakabilirler.

Sizce yukarıdaki konuşma hangi yıllara ait olmalıdır?

-2013,

-1983,

-1953,

1923 ?

Savaş sırasında Amerika’nın iktisadı durumu esaslı değişikliklere uğramıştı. Bu değişiklikler, Amerika’nın emperyalizme gittikçe artan bir ilgi göstereceğinin belirtilerini de taşımaktadırlar.

Savaştan önce, Amerika, hammaddeler bakımından kendi kendine yeterli bir ülkeydi. İhracatı ise daha çok yiyecek maddeleri ve hammaddelerden oluşuyor ve bunlara Avrupa’nın büyük sanayi ülkelerinde hazır pazarlar buluyordu.

Malî bakımdan ise borç veren değil, borç alan bir ülkeydi. Fakat Büyük Savaş içindeki büyük sınaî gelişme bu şartları değiştirmiştir.

Hammaddelerin ithalattaki oranı yükselmiştir. Amerikan işadamları, kauçuk, krom ve petrol gibi yabancı hammadde kaynaklarını kontrol etmek ihtiyacını duymaya başlamışlardır.

Amerika’nın ihracatı da savaş yıllarında o güne kadar görülmemiş bir gelişme geçirmiştir. Artık Amerikan malları eskiden yalnız Avrupa devletlerinin tekelinde olan dünya pazarlarında yarışmaya başlamışlardır.

Amerikan sermayesinin ihracı da, Amerikan malları ihracatı ile hemen hemen aynı oranda gelişmiştir. 1920 yılında, Amerika, dünyanın borç veren büyük devletleri olan İngiltere ve Fransa’nın yanında yerini almış bulunuyordu. Zaman geçtikçe, Amerikan iş çevreleri dünyanın hammadde kaynaklarını, Pazar pazarlarını ve sermaye piyasalarını bölüşmek isteyeceklerdir (2)

Amerikalılar, Yakındoğudaki bu durumdan iyi bir ders almalıdırlar. Mustafa Kemal Paşa, Anadolu’da Demiryolu yapımı için Amerikan sermayesini, Sultan Hamit’in Bağdat Demiryolu’nu yapmak üzere Alman bankerlerini davet etmesine benzer sebeplerle çağırmıştır, 1888’de Sultan Hamit Almanya’nın iktisadı bakımdan güçlü fakat siyasî bakımdan tutkusuz olduğuna inanıyordu. Bugün de Mustafa Kemal Paşa, Amerikan müteşebbislerinin, mühendislerinin ve sanayicilerinin Anadolu’yu kalkındıracak ve modernleştirecek imkânlara ve bilgiye sahip olduklarına inanıyor. Ve Türkler açısından Amerika’nın, Yakındoğuda temiz bir geçmişi var.

Amerika hiçbir Türk toprağını koparıp almamıştır; Amerika Türk topraklarında nüfuz bölgeleri kurmaya yeltenmemiştir; Amerika hiçbir zaman Düyunu Umumiye’ye katılmamıştır; Amerika’nın sahip olduğu topraklarda Müslüman yoktur, onun için Türkiye’nin siyasî gücünden çekinmemektedir; Amerika, Türkiye’ye savaş ilan etmemiştir; Amerika, nefret edilen Sevres Antlaşmasına imzasını koymamıştır; yalnız Amerika Batı Devletleri arasında Türkiye’nin samimî ve çıkar peşinde koşmayan bir dostu olabilecek kanısını uyandırmaktadır.

Amerika’nın diş politikası da, Türklerin bu inanışını doğrular bir görünüşteydi. Amerikalılar için de. Amerika dünyanın siyasî sorunlarına bulaşmamalı, kabuğuna çekilmeli, dışarısı ile yalnız tatlı tatlı ticaretini yapıp para kazanmalıydı. Fakat böyle bir politikanın, Amerika’nın iktisadî gerçekleri ile bağdaşması imkânsızdır.

Büyük Savaş sırasında Amerika’nın ticarî ve malî çıkarlarının büyük bir hızla dünyaya yayılmış olması, Amerika’yı yeni, güç ve karışık, uluslararası sorunlarla karşı karşıya getirmektedir. Amerika’nın işadamları, dünyanın geri kalmış bölgeleri ile daha çok ilgilenmek zorunda kalacaklardır çünkü buraları, ihtiyaç duydukları hammaddelerin kaynaklarıdır.

Amerikan malları için Pazar olacaklardır. Para kazanmak için buralara yatırımlar yapacaklardır. Amerikan kapitalistleri, sanayicileri ve tüccarları, hammadde kaynaklarının, Pazarlarının ve yatırımlarının korunması için Amerikan hükumetinden yardım isteyeceklerdir.

Onun için, Amerika’nın kapitalistlerin peşinden giderek, bütün kârları ve tehlikeleri ile emperyalizm yarışına girişmesi tehlikesi vardır.

...Türkiye’de Amerikan çıkarlarının gelişmesi, Amerikan Hükümeti’ni bir devlet adamlığı sınavı karşısında bırakmaktadır. Avrupalı rakiplere karşı Amerikan işadamlarına hükümetin yardımını sağlamak, Türkiye’deki İktisadî nüfuzu politik nüfuzla pekleştirmek yeni ticarî ve malî imtiyazlar koparmak üzere diplomatik baskı yapmak için, Yakındoğu işlerinde manevî değerlerin zedelenmesi pahasına, pek çok tesebbüste bulunulacaktır.

Bu teşebbüslere uymak, Amerika’nın Yakındoğuda çıkar gözetmeden giriştiği sosyal ve kültürel faaliyetler sayesinde kazanmış olduğu itibarı ‘tahrip’ edecektir.

Bu teşebbüslere uymak, Türk milliyetçilerinin Amerika’ya olan güvenini yıkacaktır. Bu teşebbüslere uymak, yârim yüzyıldır Yakındoğuya felâket getirmiş olan emperyalizme kapılmak olacaktır.

Bu teşebbüslere uymak, Amerika’yı, uluslararası anlaşmazlıkların, Milletler Cemiyeti ve Adalet Divanı ya da gelecekte kurulacak uluslararası kurumların salonlarının değişmez aktörü haline getirecektir.

Chester imtiyazları hem bir umut, hem bir tehlike olabilirler. Demokratik Türkiye’nin egemenlik ve bütünlüğüne zarar vermeden, Amerika’yı öbür büyük devletlerle bir çatışmaya sürüklemeden Anadolu’nun kalkınmasına ve refahına yardım edeceklerse, bütün Yakındoğu için bir umut kaynağı olacaklardır.

Aksine, Türkiye, Amerika ve dünya barışı için bir tehlike haline geleceklerse, o zaman Cumhuriyetçi Amerika, İmparatorluk Almanyası’nın geçmiş olduğu yola koyulmuş bulunacaktır. (3)

Bu konuşmalar yaklaşık 92 yıl evveline aittir…

1980 Yılında yapılan askeri darbenin hemen arkasında, Paul Bernard Henze (ABD- CIA görevlisi) Kenan Evren ve arkadaşlarının yaptığı darbeyi kastederek;

-“Bizim çocuklar başardı!” der.  Aslında başarılan darbe değildir.

-Peki. Nedir?

Onu da gelecek yazıya bırakalım.

www.canmehmet.com

Resim : Tarafımızdan düzenlenmiştir.

(*) “General” ismi Türkçe değildir. Aşağıda bunun hikayesi verilmektedir.1934 yılında Perapalas Oteli’nde bir balo verilmektedir. “Sabahın dördüne doğru. Perapalas salonları tam mânasıyla neşeyle dolup taşıyordu. Atatürk de bu neşenin içine dalmış eğleniyordu”. “Dans edip masalarında dinlendikleri bir sırada; başyaver Celâl Bey’e yine bizim masamızı işaret ederek emirler verdiğini gördüm. Biraz sonra Celâl Bey, yanımıza gelerek Atatürk’ün beni istediğini tebliğ etti. Derhal emirlerini yerine getirdim. Beni karşısına oturttu. Konuşmaya başladık. İstiklâl Savaşı’ndaki bir hatıramızı kendilerine hatırlatınca pek memnun oldular. İçki ikram ettiler ve buyurdular ki:
(Binbaşım, yeni askerî terimlerle meşgul oluyor musunuz?” Meşgul olduğumu arzettim. (Peki) dediler. (Öyleyse neferden başlayalım. Buna ne diyelim?) O zaman bir tümen komutanının soyadını, bir komutan için pek uygun bulurdum. Bu kelimeden ilham alarak: (Sayın Cumhurbaşkanım. Nefere Er demeli) dedim. (Bravo! Hakikaten Türk askeri ER’dir ve her zaman er meydanında bunu ispat etmiştir. buyurdular”.

(Ve şimdi rütbelere geçelim. Onbaşıya ne diyelim?) (Efendim on erin başı ve Türkçe olduğuna göre bunu aynen kabul etmek uygun olur). (Tamam. Ya çavuşa?) (Efendim. Türkiye haritasını incelersek, yüzlerce çavuş köyü görürüz. Ve çavuşluk yalnız ordumuzda değil. Millet arasında bilhassa köylerimizde en mütena bir vasıftır). (Çok doğru. Bunu da aynen kabul ediyorum)”. “Başçavuştan sonra, (mülazım) kelimesine geldi. Aziz Atatürk beni zor duruma düşürmeden hemen söze başladı: (Eski Türk kabilelerinde savaşılırken, en önde giden ve en cesur olan kumandana Teğmen derlerdi). (Evet efendim. Bizde de muharebede en önde giden o cesur mülazıma (Teğmen) demek tam yerinde olur) dedim. (Bunun üzerine şu görüştüklerimizi defterinize not eder misiniz?) Nota başladım. (Neferden itibaren her rütbenin eski kullanılan tabirini, yanına Fransızcasını ve daha sonra da yeni kelimesini yazmaklığıma işaret buyurdular. Ne yazık ki, o gece not ettiğim defterime o aziz Atamızın imzasını koydurmak aklıma gelmemişti. Heyecandan. Zaten o defterim, Erzincan zelzelesinde yok olmuştur. Fakat Genelkurmay arşivlerinde bu konuşmamız mevcuttur. Konuşmamız devam ediyordu. (Yüzbaşı, Binbaşı, Yarbay ve Albay) terimleri kabul edildi. Sıra (Paşa-Mirliva)’ya gelmişti. Aziz Atatürk: (Paşa kelimesinden hiç hoşlanmam ve nefret ederim bu kelimeden. Ağzıma almak istemem.) buyurdular. Bütün medenî dünyanın kullandığı (General) kelimesini teklif ettim. Derhal kabul buyurdular”. (Daha fazlası için bakınız; 1)http://www.arastiralim.net/ilk/turkiyede-askeri-rutbe-isimleri-nasil-belirlendi.html (Alıntı;Sadık Atak: “Paşa ve General”. Hava Kuvvetleri Dergisi, Mart 1972, sf. 82-83) 2)Daha fazlası için bakınız; http://www.habervaktim.com/yazar/16255/askeri-rutbe-isimleri-nasil-tesbit-edildi.html

Kaynaklar;

(1) “BAĞDAT DEMİRYOLU SAVAŞI”, Edward Mead EARLE, Columbia Üniversitesi, Haziran, 1923; Sahife;371 (Türkçesi; MİLLİYET YAYIN LTD. ŞTÎ. YAYINLARI, Birinci baskı: Nisan 1972

(2) A.g.e. Sahife;361

(3) A.g.e. S.374

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Anti-Spam Quiz:

*