Yeni Devlet’in Türkçülük üzerine kurulan Fikri Temelleri, bildiğimizin aksine ağırlıklı olarak Türkler tarafından değil Sabataistler/Siyonistler tarafından atılmıştır.
Başlamadan üç önemli kaynağı konunun açılması ve araştırmacılara bir kapı açmak adına ekliyoruz :
- Uluslararası Tarih Profesörü Marc David Baer, yazdığı “Selanikli Dönmeler Yahudilikten Dönenler, Müslüman Devrimciler ve Seküler Türkler” Kitabının, 138-139 sahifesinde konu ile ilgili aşağıdaki detayları vermektedir. alıntının devamı aşağıdadır. (*)
–“…Dönmeler farmasonlukta, ÎTC’de (İttihat Terakki Cemiyeti) , 1908 Meşrutiyet Devrimi’nde ve devrimden sonraki Osmanlı siyasetinde büyük rol oynadılar. Birçok kişi, ÎTC tarafından verilen kararların ve (dönme) Mehmed Cavid ve diğerleri tarafından gerçekleştirilen eylemlerin, Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasına ve onun yerine Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasına yol açacak olaylar zincirini harekete geçirdiğine işaret etmiştir,..”
2) “İngiltereli Yahudi Barnet Litvinoff…Dönmelere dâir şu hususları kaydetmiştir:
“Sabatayistler, zahiren Müslüman görünmekle beraber, gizliden gizliye Yahudilikle amel ederler. Sâdece kendi aralarında evlenirler ve çocuklarının, kudsiyetleri artmış olarak sülâlelerini devam ettirmeleri için, k.d.. d.ğ.. neticelenen bir senevi bayram da ihtiva eden âyinler yaparlar.”
Müşârünileyh, müteâkıben, Yahudilerin, “Türklerin en garblılaşmışından daha garblı” olduklarını ve “Atatürk’ün ihtilâl- inkılâbını desteklemiş oldukları” nı ehemmiyetle kaydettikten sonra, tekrar Dönmelere temasla: “içlerinden, kavmiyetçi Kemalist hareketin birçok yüksek şahsiyetini çıkardıkları” ilâve etmektedir. (Kaynak : Barnet Litvinoff: “Un peuple particulier. Regard sur le monde juif d’aujourd’hui”, traduit de I’anglais par Rosine Fitzgerald, ed. Stock, Paris, 1970 [Londres 1969], pp. 260,261, 262.) Aktaran : ERTUĞRUL DÜZDAĞ. “Yakın Tarihimizde Dönmelik ve Dönmeler,sh. 189)
3) “Jean Brunhes ve Camille Vallaux‘un Tarihin Coğrafyası adlı eser : “Dönmeler“ başlığını taşıyan yazı, (15 Ocak 1924 tarihli 5. sayı)
“MEŞRUTİYET İNKILÂBINI KİM YAPTI?
Yukarıda bahsi geçmiş olan Karakaşzâde Rüşdü’nün ifşaatı dolayısıyla çıkan basın münakaşasına Mihrab dergisi de, iki Fransız yazarının, Jean Brunhes ve Camille Vallaux’un Tarihin Coğrafyası adlı eserinden yaptığı bir tercüme ile katılmıştı. “Dönmeler“ başlığını taşıyan yazı, derginin 15 Ocak 1924 tarihli 5. sayısında çıkmıştı. Son satırları:
Kapancılar, Selânik şehrinde yaşayan kavimlerin içinde en zekileridirler. Ittihad (Terakki) Komitesine büyük mikyasta intisap etmişlerdir. Hülâsa olarak: Genç Türk inkılâbının büyük kısmını idare eylemişlerdir. Bu inkılap esas itibariyle, Dönmeler yani hâricen İslâmiyet’e katılmış görünen, fakat hakikatte İslâmiyet’le mücadele eden ve İslâm’la münasebetleri ancak görünüşe inhisar eden Yahudiler tarafından yapılmıştır.
Bilhassa riyâkârca Türk kıyafetine bürünmüş olan ve aslen Yahudi olup Türklük iddiasında bulunan bu kimselerin, Türklerin bugünkü mukadderatlarının vücuda gelmesinde büyük mikyasta dahl ü tesiri olmuştur.” (Aktaran : ERTUĞRUL DÜZDAĞ. “Yakın Tarihimizde Dönmelik ve Dönmeler,sh. 237)
…
Kalınan yerden devamla;
Sabetaycı Eğitim Kurumları
Eğitim bir ulusun, bir cemiyetin, bir cemaatin ya da en küçük toplumsal yapı taşı olan aile kurumunun nesiller boyunca yaşamasını temin edecek, gelecekte geçmişe ait değerleri yaşatacak en önemli faktördür. O kadar ki, aileden ilk kez ayrılan bireyin ilk sosyalleştiği aile dışı kurum onun okuduğu okul olmaktadır…
Ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı toplum ve siyasî hayatında yaşanan gelişmeler, devlet içindeki unsurların kendi kaderlerini tayin etme arzularının doğmasına yol açmıştı.
Ancak o yıllara kadar ne yazık ki modern bilimlerin okutulduğu okullar yerine öğretim üyeliğinin babadan oğula geçtiği, dinî bilgilerin öğretildiği bir sistemin benimsendiği görülmektedir. Burada tek egemen güç devletti.
Nitekim her ne kadar dil, örf ve adetlerini yaşam alan konusunda oldukça serbest olan etnik gruplar, kendi okullarına sahip olamadıkları için kültürel bir olgu olarak varlıklarını gösterememekteydiler.
Özellikle Batılı anlamda eğitimin ortaçağ sonrası Avrupa’sında kazandığı başarıların bu toplumların ilerlemesi konusunda sağladığı faydalar da gözönüne alındığında gerçek apaçık ortaya çıkmaktaydı.
Nitekim salt Osmanlı otoritelerinin de mülkiye, Bahriye ve tıbbiye gibi daha sonra ülkenin kaderini derinden etkileyecek okullar kurmuş olmaları, çok geç kalınmış olsa da konunun ne kadar önem arzettiğinin bir göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Daha sonraları doğacak olan İttihat ve Terakki Hareketi’nin de bu yapılar içinden doğduğu ve bir döneme damgasını vurduğu bilinmektedir.
…İşte tüm bu olayların yaşandığı bir sırada giderek dinsel otoritesini kaybeden Sabetaycı topluluklar da eğitimin önemini kavramışlar ve bu konuda çabalar içine girmişlerdir.
Bu çabaların hiç kuşkusuz ki en önemlisini o yılların aslında bilgin bir Kabbalisti ve din adamı olan Şemsi Efendi (Şimon Zwi) yapmaktaydı.(1)
Cemaat gençlerinin ne denli bir sorunla karşı karşıya kaldığını gören Şemsi Efendi, bir müddet sonra kendi düşüncelerini Sabetaycı topluluk içinde duyurma çabasına girişti.
Bu çaba bir “anda o denli taraftar topladı ki, insanlar adeta onun fikirlerine yapıştılar, ancak kendisi tamamen kendi imkânları ile Selanik’te ilkokul seviyesinde bir kurumu da kurdu. Aslında onun esas ve birincil amacı Sabetaycı hareketin doğumundan İtibaren Ladino’yu ana dil olarak benimseyen bir topluluğun kaderini değiştirmekti, çünkü giderek “dönme” adı altında aşağılanan bu cemaat üyeleri o yıllarda kendileri aleyhindeki bir tepki ile karşı karşıya kalmışlardı.
O kadar ki hemen hemen hiçbir cemaat üyesi Türkçe konuşamamaktaydı ve bunun da neticesinde içe kapalı bir dinî yapı yaşanıyordu. Halbuki bu durum ne yazık ki hiç istenmeyen sonuçların ortaya çıkmasına yol açıyordu. Hareketin ilk yıllarında özellikle Avrupa’daki Yahudi toplulukları ile kurulan ilişkiler sonucunda sürekli bir bilgi ve yenilik akışı sağlanmaktaydı. Ama inançlarının gerekli kıldığı gizlilik bir müddet sonra giderek içe kapanarak dış dünyâ ile ilişkilerini kesmelerine neden olmuştu.
Sonuçta içerdiği reformist karakterini tamamen kaybetmiş bir topluluk ortaya çıkmıştı. Bu nedenle hiç vakit kaybetmeden tedbirler alınmalıydı, İşte böyle bir anda ortaya çıktı Şemsi Efendi, almış olduğu Batılı eğitimin de etkisiyle bir süre sonra okulu Selanik’te önemli başarılar kazanmıştır.
Atatürk de sadece cemaat üyesi kişilerin kabul edildiği bu okulda bir süre okumuş ve orada verilmeye çalışılan Batılı anlayıştan etkilenmiştir, bunu daha sonraki fikirlerinde de görmekteyiz..”(2)
“..Şemsi Efendi ilk olarak böyle bir hamle yaparak, hem Sabetaycı toplulukları eğitim yoluyla bir araya getirmeyi amaçlıyor ve hem de yetişen yeni neslin nitelikli ve sözsahibi olmasını arzu ediyordu. Fakat bir süre sonra Kapancılar kendisine maddî yardım vaad ederek okulunu bir başka şekle soktular ve çok sonralar da kendisini sadece birleşme fikrinden dolayı dışladılar.
O da diğer gruba, Karakaşlar’a gitti ve böylelikle de Feyziye Mektepleri doğmuş oldu. Karakaşlar kendisine o kadar hürmet ettiler ki, onu kendi Kabbalitik dünyalarına da soktular..” (3)
www.canmehmet.com
Devam edecek…
Kaynaklar :
(*) “…Dönmeler farmasonlukta, ÎTC’de, 1908 Meşrutiyet Devrimi’nde ve devrimden sonraki Osmanlı siyasetinde büyük rol oynadılar. Birçok kişi, ÎTC tarafından verilen kararların ve (dönme) Mehmed Cavid ve diğerleri tarafından gerçekleştirilen eylemlerin, Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasına ve onun yerine Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasına yol açacak olaylar zincirini harekete geçirdiğine işaret etmiştir, insanlar Dönmelerin basitçe Yahudiler olduklarını varsaydıkları için, bu rolle ilgili birçok komplo teorisi ürettiler. Dönmeler Yahudilerle aynı olmadıkları, kendilerini Yahudi kabul etmedikleri ve onları Yahudi kabul etmeyen Yahudilerle yakın ilişkiler kurmadıkları için, her ne kadar açıkça belliyse de, yine de onların bir Yahudi komplosunun parçası ya da taraftan olmadıklarım belirtmemiz gereklidir. Yine de, her yerde Yahudi düşmanlar gören ve karşı çıktıkları her şeyin ardında Yahudilerin olduğu görüşünü benimseyenler için, bu gerçekler fazla anlam ifade etmeyecektir. Kabaca aynı dönemde yaşanmış bir olay, 1917 Bolşevik Devrimi ele alınarak, Yahudi kökenli insanların gerçek ve hayali rolleri üzerine faydalı bir karşılaştırma yapılabilir. Ateist olmasına ve görünürde Yahudi kökeni bulunmamasına rağmen Lenin (önceden Vladimir Hyich Ulyanov), Yahudi karşıtları tarafından “Yahudi Lenin” olarak adlandırılmış ve Bolşevik Devrimi “Yahudi Bolşevik Devrimi” olarak anılmaya başlanmıştı. Karl Mars’ın (kapitalizmi Yahudilikle özdeşleştirmiştir) ve Lenin in yoldaşı Lev Troçki’nin (önceden Lev Davidovich Bronstein) Yahudi olmaları, bu görüşü desteklemiştir. Gerçekte, Yahudiler Rus devrimci hareketine, ülkenin nüfusundaki paylan göz önüne alındığında daha büyük bir oranda katılmış ve devrim sürecinde önemli role sahip olmuşlardı. Parti liderleri, teorisyenler ve gazeteciler olarak iyi temsil edilen Yahudiler, tıpkı Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Dönmeler gibi, “Rus İmparatorluğumdaki en devrimci ulusal grup” kabul edilmişlerdi. Lenin’le birlikte 1917’de mühürlü trenle Almanya topraklarından geçerek İsviçre’den dönen kişilerin neredeyse üçte ikisi Yahudi’dir; bir süre İstanbul’da ikamet etmiş ve Jön Türklerle yakın ilişki içinde olan, Yahudi kökenli, devrimci milyoner Alexander Parvus (Israel Lazarevich Gelfand ya da Helphand), Lenin’in dönüşünü ayarlamıştır. Başlangıçta Lenin’e en yakın Bolşevik liderleri, Grigory Zinoviev, Lev Kamenev ve Yakov Sverdlov Yahudi kökenlidir. Lenin’in kraliyet ailesinin öldürülmesi emrinin yerine getirilmesi görevini üstlenenler, Sverdlov ve içlerinde çan vurduğunu iddia eden kişi de bulunan diğer iki adam Yahudi soyundan gelmektedir. Devrimin ardından başlayan içsavaş süresince, ordu, parti, meclis ve gizli polislik görevlerini yerine getiren Yahudi kökenli erkek ve kadınların parti içindeki oranlan da, genel nüfusa oranla daha yüksektir. Önemli olan, bu önde gelen komünistlerin hiçbirinin Yahudi olmak istememesidir; kendilerini Yahudi kabul etmemiş, Yahudiliklerini (geçmişe ait bir şey olarak) geride bıraktıklarına inanmışlardır. Troçki milliyetinin “Sosyal Demokratlık” olduğunu ilan etmişti. (Dönme) Doktor Nâzım bazı açılardan İTC’nin Troçki’si olarak düşünülebilir..” (“Selanikli Dönmeler Yahudilikten Dönenler, Müslüman Devrimciler ve Seküler Türkler” Marc David Baer Sahife : 138-139)
**Metin içerisindeki Vurgulamalar tarafımızdan yapılmıştır.
(1) Evet Ben Selanikliyim, Ilgaz Zorlu, A.g.e; sahife; 115
(2) A.g.e; Sahife;116
(3) A.g.e;
ılgaz zorlu, yani şemsi efendinin öz torunu yazdığı kitapta ”Atatürk de sadece cemaat üyesi kişilerin kabul edildiği bu okulda bir süre okumuş” diyor, adam okulda okuyanların sabetaycıların çocukları olduğunu söylüyor, senin Selanik’li öğretmeninle verdiğin örnekte ne kadar alakasız bir şekilde kıyasladığının farkında mısın? Orda ”öğretmeni sabetaydı o yüzden atatürk de sabetaistti” mi yazıyor ki ”e benim öğretmenim de Selanik’liydi” diye ironi yapmaya kalkıyorsun?!
Anladın sen ne olduğunu da atatürk’e laf gelmesin diye lafı çevirdin bıraktın, halbuki kaynak gayet net.
Değerli Yorumcumuz, öncelikle yorumunuza ve görüşlerinize teşekkür ediyorum.
Bazı tarihi konular vardır. Çok boyutlu olarak araştırır, görüşlerinizi yazarsınız.
Yakın Tarihte yaşanmış bazı konular vardır ki; Gerek (taraf devletler dahil) arşivlerin tamamının açılmamasından; gerek bir nedenle üzerinde tartışma yapılmaması için yasa ile sansürlenmesinden dolayı araştırmalarınızda elde ettiklerinizi yazamaz: anıları ve açıklanan belgeleri aktarırsınız.
Mustafa Kemal Paşa ikinci kapsamdadır.
Bahsekonu yazı dizisinde de Ilgaz Zorlu’nun tespitleri-anıları aktarılmıştır.
Konu ile ilgili Mustafa Kemal Paşa’nın kendisinin ifade ettiği bilgiyi aktarıp, bunun yorumunu da size bırakalım.
…
Kaynak: “Atatürk’ün uşağı’nın gizli defteri” Cemal Granda.
“Selanik’ten ne çıkar…
…Bir gün Çankaya’da eski köşkte Selânikli berber Mehmet ve berber Rıdvan’la antrede oturmuş konuşuyorduk. Berberlerin ikisi de Atatürk’ün hemşehrisi olduklarından kendilerini imtiyazlı sayarlar, yüksekten konuşurlardı.
Bu şekilde -şaka da olsa- böbürlenerek dolaşmalarına, kendilerine poz vermelerine çok tutulur, fakat yine de renk vermemeğe çalışırdım. Fakat bütün dikkatime rağmen aramızda yine de tartışmalar eksik olmazdı.
O gün yine onlar zayıf tarafımı bulmuşlar, bana şakadan takılıyor :
–Biz Selânikliler olmasaydık, siz kurtulamazdınız…
Diyorlar, ben de cevap olarak :
–Biz kendi kendimizi kurtardık. Selanik’lilere ihtiyacımız yok. Hem Selanik’ten çıksa çıksa Yahudi çıkar… Diyordum.
O sırada merdivenleri yavaş yavaş inen Atatürk’ü görmemiştik Konuşmalarımıza istemiyerek kulak misafiri olmuş ki, o akşam sofrada bir Selânik’li olan Nuri Conker’e damdan düşer gibi sordu:
–Nuri Bey, Selanik’ten ne çıkar ?
O anda beynimin karıncalandığını duyar gibi oldum. Demek korktuğum sonunda başıma gelmiş, Atatürk antrede konuştuklarımızın hepsini duymuştu.
Nuri Conker, Atatürk’ün nazını çektiği, kaprislerine katlandığı eski bir çocukluk arkadaşı olduğu için, aklına eseni söylemekten çekinmeyen biriydi.
Elde ettiği aşırı imtiyazlar yüzünden ciddi ciddi “Sen çekil de, biraz da biz Cumhurbaşkanlığı yapalım” diyecek kadar ileri gittiği zamanlarda bile Atatürk gülüp geçer, işi şakaya boğardı.
Fakat bu seferkinin şakaya gelir yanı yoktu.
Nuri Conker, sanki bütün konuştuklarımı biliyormuş ta, beni korumak kararını vermişçesine :
–Bol Yahudi çıkar Paşam… Demesin mi? Bunun üzerine Atatürk, yüzünde alaylı bir gülümsemeyle daha önce kulağına çalınmış dedikoduların tümüne karşılık verdi :
—Benim için de bâzı kimseler -Selanik’te doğduğumdan – Yahudi olduğumu söylemek istiyorlar. Şunu unutmamak lâzımdır ki, Napoleon’ da Korsika’lı bir İtalyan’dı .
Ama Fransız olarak öldü ve tarihe Fransız olarak geçti. İnsanların içinde bulundukları cemiyete çalışmaları lâzımdır…” Devamı: http://www.canmehmet.com/ataturkun-usaginin-gizli-defterinden-selanikten-ne-cikar-4.html
…
Mehmet Bey selamlar,
Yine tesadüfen yolum bloğunuza düştü. Cevabınızı okudum ben de teşekkür ederim. Ancak düzeltmeme izin verirseniz, Nutuk 622 adet resmi kayıtlı belgeye dayanan bir yapıttır. Hatırat kesinlikle değildir. Hatırat öyle olmuyor. Subjektif bakışınızla hatırladığınızı yazarsınız. Hatıratlar belgelere dayanmaz.
Selamlar saygılar
Değerli Günhan Cem Altınay,
1) Erik Jan Zürcher, “…Nutuk’ un bağımsızlık mücadelesinin öyküsünün, Mustafa Kemal’ ce direniş hareketinin öteki liderlerinin hareketlerini eleştirmek için bir arka planı olarak kullanıldığını ve Nutuk’un azımsanamaz bîr kısmının Lozan Antlaşması’ndan sonra hareket içindeki ayrılığa hasredildiğini söyler, bu durumun da eleştirilen kişilerle ilgili olarak 1926’daki tutumun haklı gösterilmesi için yazıldığını belirtir.
2)Kazım Karabekir Paşa’nın görüşleri: Karabekir, Prof. Enver Ziya Karal’ın yazdığı kitabın ana kaynağının Nutuk olmasını eleştirerek şöyle der:
-“Nutuk çok yanlış ve tarafgiranedir. Nutuk’ta daha ziyade teferruat üzerinde durulmuş ve esaslar kamilen ihmal edilmiştir. Benim yakılan kırk kitabım içinde biri de Nutuk’un hata ve sevap cetveli adını taşımaktaydı.
Bunda Nutuk’un yanlışları bir bir gösterilmiştir.” Karabekir Paşa’nın cumhuriyet tarihinde olayların Atatürk ve İnönü etrafında toplandığına ve inkilap tarihinin seyrinde onlardan başka pekçok kimsenin emekleri olduğu halde bu cihetin işaret edilmediği şeklindeki itirazına Prof. Karal “devlet tarihi yazıyoruz” şeklinde cevap vermiş. Prof. Karal’ın tutanaklara geçen cevabı şöyledir:
–“Yazılan tarih devlet tarihidir. Tarih olaylarının devlet bakanları etrafında toplanması bütün devlet tarihlerinden göze çarpan gerçektir. Klasik bir ders kitabında bir olayın bütün kahramanlarını saymak imkanı yoktur. ” Dilerseniz daha fazlası için bakabilirsiniz: http://www.canmehmet.com/nutuk-neden-yazildi-2.html
Mustafa Kemal Paşa’nın 19 Mayıs 1919’dan itibaren konuşmaları ve uygulamaları fazla örtüşmez. Örnek: Osmanlı Saltanatı ve Hilafet konuları.
Toplum olarak daha çok okumaya-sorgulamaya başladığımızda yazılanların-anlatılanların ne kadar doğru olduğunu bizler de göreceğiz.
İlginize teşekkür ediyorum. Sağlıcakla kalınız.
Ön yargısız bloğu okudum. Tesadüfen geldim. Daha önce okuduklarım ile benzer aslında. Bilimsellikten uzak gerçekçi kaynaklara dayanmayan güvenilmez spekülatif hikayeler. İşte dayatılan doğruların esiri olmayın karşıt görüşleri araştırın başlığı altında bir sürü hikaye. Doğru önermelerin altında, gerçek dışı doğruluğu ispatlanmamış ve hatta mümkün de olmayan anlatılar.
Yok Tarih öyle birşey değil. İki dilde okur yazarım. Orijinal dillerinde de okudum öyle 19-Mayıs 1919 dan da başlamıyorlar Tarihi anlatmaya uluslararası Tarihçiler. Tüm yazarların (Tarihçi olanların) yazdıklarının akademik bir değer taşıması için sadece doğrulanması imkansız hatırat (hatıratlar da önemlidir elbette ama tekbaşına yetmez) o bunu dedi bu bunu dedi, şu aslında yahudiydi, bu aslında mozambikliydi demenin ötesinde güvenilir gerçekçi kanıtlanabilir belgeler ile desteklenmiş, karşılaştırmalı hatıratlar (yani kaynak gösterilen tek bir komutanın hatıratı ile olmaz o iş) vesaire gerektirir. O yüzden de tarih yazarları Atatürk’ü ya da Türkiye’yi hazetmeseler bile bilimsellikten ve akademik değerlerden uzaklaşmadan milli mücadeleyi yazdıklarından tarih kitaplarında anlatılanlar benzeşir.
Bu arada benim de ilkokul öğretmenim Selanik’liydi. Pek dindar da değildi ama kabalist faaliyetleri varmıydı bilemedim. Şimdi bakın aklımda çılgın sorular, en yakın arkadaşlarımdan biri de yahudi aynı mahallede büyüdük, kan mı çekiyor acaba!
Gözünüzü seveyim şu yahudileri bir rahat bırakalım. Herşeyin ardında onların ve onların komplolarının olduğunu savunmak ve bunun mahalledeki ilkokul mezunu manavımızca dahi bilinmesi saçmanın ötesinde son derece ırkçı bir bakış açısı.
Neyse bunları da okumak lazım ancak bilgi ve bilgileri gerçekten de iyi araştırmak güvenilirliğini sorgulamak, farklı düşüncelere açık olmak ancak hakkettiği kadar değer verip cidiye almak lazım.
Değerli Günhan Cem Altınay, yazılarımızı zaman harcayarak okumanıza ve emek vererek yazdığınız görüşlerinize teşekkür ediyorum.
Bilirsiniz, tartışmak (karşılıklı olarak) doğrulara ulaşmanın bir yoludur. Bizim anlayışımızda insana, insani değerlere saygı gösterenler değerlidir.
Kimseyi, ne inancı, ne de milliyeti ile sorgulamayız; Irkçılık yaparak (siyonizm, vb.) çıkarları için diğer insanlara zarar vermediği sürece. Ki: Osmanlı İmparatorluğu ; insanları ne inançları ile sorgulamış, ne de milliyetleri ile.
Tarih, tüm yaşanmışları ile henüz bilinmemektedir.
Açık ifadesi ile, herhangi bir konudaki “Kesin hüküm” tarihsel olaylara yakışmaz.
Her komutan elbette kendi penceresinden (değerlerinden) anılarını yazacaktır. M.Kemal Paşa’nın “Nutuk” anlayışından olduğu gibi.
Özetle: (Ezberletilenleri bir tarafta bırakarak) Toplum olarak daha çok okuyacak, araştıracak ve sorgulayacağız. Sağlıcakla kalınız.
YAHUDİLER ŞU ANDA SERBEST!
Gazze’yi kan gölüne çevirdiler lanetli kavim!