Uzun süre önce, özel görevle Amerika’dan ülkemize bir misyoner gönderilir. Misyonerin görevine geçmeden önce, devletlerin kısa vadeli planlarının 5 yıllık; uzun vadeli planlarının ise 250 yıllık olduğunu not ederek konuya girmiş olalım.
Bugün, eş zamanlı olarak Amerika ve CHP üzerinden, hükümete ve devlet yöneticilerine yapılan (haklı-haksız) ithamların arkasında, bahse konu misyonerin batı çıkarları lehine kurduğu sistemin çatırdaması ve bunun yıkılmamasının mücadelesi, kavgası vardır.
Buna, aynı zamanda Türkiye’nin gerçek manâda (Ekonomik-Siyasi) Bağımsızlık Mücadelesi demek de çok yanlış olmayacaktır.
Amerikalıların ifadesi ile, “Oltadaki Balık !” (*) Türkiye, oltadan kurtulmak üzeredir.
…
Cumhurbaşkanı Erdoğan işbaşına geldiğinde, bağımsızlığımızın teminatı olan ordumuz, ihtiyaçlarının ancak yüzde yirmisini (%20) yerli pazardan karşılamaktaydı. Bugün ise yerli pazardan ihtiyaçlarını karşılama oranı, yüksek teknolojik araçlar da dahil olmak üzere, yüzde seksenin (%80) üzerindedir. Buna silahlı-silahsız insansız hava araçları ve (yakında üretime başlanacak ve çalışmaları yapılan) uzun menzilli füzeler de dahildir.
Biliriz ki : Tam Bağımsızlık, bir ülkenin ancak, ihtiyacı olan askeri ve sivil yüksek teknolojiyi üretmesiyle mümkün olabilmektedir.
Diğer taraftan;
Amerikalıların, “Oltadaki Balık” ifadesini uygun gördükleri Türkiye’ye, Amerika’dan gönderilen özel görevli misyonerin : “Fatih’in İstanbul’u aldığı surlardan, bu milletin kültürünü fethedeceğim.” (1) gibi ağır bir iddiası da vardır.
…
İngiliz – Fransız – Amerikalılar, 1. Dünya Savaşı’nın sonucu ile, “500 yılda ancak ele geçirdikleri fırsatı ” (2) kaçırmamak için, 1919’da kuklaları Yunan askerlerini ülkemize getirmiş ve onlarla savaşmamız için bize silah vermişlerdir. İşleri bitince de, kendi gemileri ile getirdikleri Yunanlıları, yine kendi gemileri ile götürmüşlerdir. [ Detaylar için Bkz. (2) ]
O günkü şartlarda (İngiliz-Fransız-İtalyanlara karşı) kısa sürede bir Milli Mücadele yapılması çok da kolay olmayacaktır. Gerçeğinde bizlerin, o dönemde İngiliz, Fransız ve İtalyanlarla (kukla Yunanlılar dışında), ciddi manâda bir savaşı da olmamıştır.
Özetiyle, o tarihlerde Millet-Devlet olarak birçok olumsuz şartı sineye çekerek! bugünlere gelmişiz.
…
Ancak, geçtiğimiz dönemlerde olduğu gibi bugün de, kim gerçek manâda ülkesinin çıkarına çalışmışsa, başına gelmeyen kalmamış; anasından emdiği burnundan getirilmiştir.
Her şeyde olduğu gibin bu vatanı sevmenin de bir bedeli vardır. Vatanseverler bu bedeli seve seve ödemiş, ödemekte ve ödeyeceklerdir.
Belgelerle anlatılacak yaşanmış birçok olay, inanıyoruz ki : Gerçek Vatanseverleri hem üzecek hem de uzun uzun düşündürtecektir.
…
Çok partili (1950 seçimleri ile serbest) hayata geçişimizin ilk başbakanı olan Adnan Menderes, 1891’de kurulan İzmir Amerikan Koleji mezunudur. Bunun konu ile ilgisi ilerleyen bölümlerde açıklanacaktır.
Bu konuda meraklıları için ilginç bir bilgiyi de aktarmış olalım :
“.. İzmir Şirinyer’de, Kızılçullu’da Amerikan koleji vardı. Tee 1891’de kurulmuştu. Tam adı, American Collegiate Institute For Boys’du. Adnan Menderes bu okuldan mezun olmuştu. Cumhuriyet ilan edilince, bu okul ve arazisi, bizzat Mustafa Kemal’in emriyle, Amerikalılardan alındı, el konulmadı, 52 bin lira ödendi, tapusu satın alındı. Köy enstitüsü haline getirildi. Adnan Menderes iktidara gelince, ilk iş, köy enstitülerini kapattı, imam hatipleri açtı. Kızılçullu köy enstitüsü binasını ne yaptı biliyor musunuz? Amerikalılara geri verdi, NATO karargahı yaptı…” (3)
Burada bir İngiliz-Amerikan rekabeti var mıdır ? Bu da ayrıca araştırılması gereken konuların başında gelmektedir.
Bunlarla birlikte ilerleyen bölümlerde :
Robert Koleji’nin hangi maksatlarla ve nasıl kurulduğunun yanında, mezunlarından olan :
–Solcu Başbakan Ecevit (ve Eşi),
-Bankacı Başbakan Çiller,
ayrıca 28 Şubat’ın mimarları ve “Yeşil / Anadolu Sermayesi!” Düşmanlarının arasında çok sayıda Robert Mezunu anlatılacak;
17 Aralık ve Cemaat’ in ortak paydaları görülecek, Türkiye’nin gerektiğinde [terbiye edilmek (!) istendiğinde] : Banka – Sermaye ve Medya kullanılarak, nasıl batırıldığına şahit olunacaktır.
Türkiye’yi kim yönetiyor(du) ?
Cevabı Amerikalılara bırakalım :
“10 yıldan fazla bir zamandır Türkiye’de faaliyette bulunan Amerikan Yardım Programı, şimdi meyvelerini vermeye başlamıştır. Önemli mevkilerde Amerikan Eğitimi görmüş bir Türk’ün bulunmadığı bir bakanlık ya da bir iktisadi devlet teşebbüsü hemen hemen kalmamıştır. Halên bulundukları kuruluşlarda ilerici kuvvet niteliğini taşıyan bu kimselerin, kısa zamanda genel müdürlük ya da müsteşarlık mevkilerine geçmeleri beklenir. AID bütün çabalarını bu gruba yöneltmelidir.” (**)
Bir örnek :
28 Şubat döneminde Anadolu Sanayisi ve Sanayicisi nasıl batırıldı ?
Size, Haşim Bayram ismi ne hatırlatmaktadır ?
Biraz yardımcı olalım :
“…Meclis Araştırma Komisyonu, dün (Konya Merkezli) Kombassan Holding Yönetim Kurulu Başkanı Haşim Bayram ve holdingin 4 yöneticisini dinledi. Komisyona yaklaşık 3 saat süreyle bilgi veren Haşim Bayram, çok önemli açıklamalar yaptı. Bayram, holdingin 40 şirket ve 25 bin çalışanı bulunduğunu söyledi. Son üç yılda 3 katrilyon cironun yanı sıra, 2,5 milyar dolarlık da yatırım yaptıklarını söyledi…
Holdingin yaklaşık 80 bin kişiden 800 milyon Euro para topladığını anlatan Bayram, “Faisal Finans`ı aldıktan sonra, BDDK ve Hazine`den baskı gördük.” “Sabaha kadar satın, yoksa el koyacağız” dediler. “Biz de, geri verdik.”
“O dönemde sıkıntımızı gören bazı emekli generaller devreye girdi. `İşinizi hallederiz` deyip, bizden 25 milyon dolar para istediler”.
Haşim Bayram, Koç ve Sabancı ailelerinin birçok alanda kendilerine engel çıkardığını anlattı. Bayram :
‘Petlas Lastik Fabrikası’na `kort bezi` almak için Sabancı Grubu’na müracaat ettiklerini’ anlatarak, ‘Peşin parayla, kendi paramızla bize mal vermediler` dedi” (4).
“Haşim Bayram, Sakıp Sabancı`nın kendisine `Haşim Bey, size yapılanlar bize yapılsaydı bir haftada yıkılırdık.` itirafını aktarırken `Eğer önümüz kesilmeseydi, bugün 5 milyar dolar ciro yapan, 100 bin kişiye istihdam sağlayan bir kurum olacaktık.` ifadelerini kullanıyor.
Haşim Bayram, eroin taşındığı bahanesiyle uçaklarının koltuklarının yırtıldığını, tehditlerden sonra kağıt fabrikalarının iki defa yakıldığını söylüyor. Bayram, engellemelerden dolayı Alfa Air gibi bazı firmaları kapatmak zorunda kaldıklarını, eksi Başbakan Necmettin Erbakan`ın yıkıldığı gün, Petlas`ta 45 milyon dolara el konulduğunu kaydediyor.” (5)
İlginç, değil mi ?
Bir tarafta o dönem, 70 cent’e muhtaç bir ülke ve işsizlikten inim inim inleyen (Anadolu) insanı, diğer taraftan Almanya’daki gurbetçi işçilerimizin gönderdikleri dövizler ve bunlarla işsiz insanlarımıza iş sağlayan, ihracat yapan, 40 şirket ve 25.000 (yirmibeşbin) çalışan.
Ve bu şirketler, göz göre göre batırılmış ve batırılmaları kimsenin umurunda olmamıştır.
…
9 Ocak 1996 günü, Sabancı Holding Yönetim Kurulu Üyesi Özdemir Sabancı, Toyota-Sa Genel Müdürü Haluk Görgün ve Başkanlık Sekreteri Nilgün Hasefe, DHKP- C üyesi olan Mustafa Duyar, İsmail Akkol ve Fehriye Erdal tarafından öldürüldü. Olay hiç bir zaman tam olarak aydınlatılamadı. Aynı zamanda, NATO`nun merkezi olan Belçika, anlaşılması çok güç bir biçimde, Türkiye`yi karşısına almak adına, yıllardır basit bir tetikçiyi korumaya devam ediyor.
Sabancı Holding`in, o günün şartlarında Türkiye`nin en büyük yabancı yatırımı olan ve %50 – %50 gibi çok iyi bir oranla Japon Otomotiv Sektörü`nü ve know-how`ını Türkiye`ye ve Gümrük Birliği dolayısı ile Avrupa`ya sokması, `AB`nin derinleri` tarafından hiçbir zaman affedilmedi.
Sabancı, kurulduğu dönemde büyük bir medya atağı ile tanıttığı, Türkiye`ye bir kalemde giren en büyük yabancı sermaye yatırımında `üretim konusundaki` ortaklığını sessiz sedasız sona erdirdi.
AB derin devleti, `1. otomobil vakası`ndan bu şekilde sıyırmış oldu.” (6)
Dünün Kombassan’ından, bugünün Konya’sına :
“Konya ili, ülkemizin makine imalat sanayi alanındaki önemli üretim merkezlerinden biridir. Ülkemizin araç üstü ekipman ve değirmen makinaları sanayinde lider olan firmaları, Konya ilinde bulunmaktadır. Türkiye’deki pazar liderliğinin yanı sıra, dünya piyasalarında önemli bir yere sahiptir.
Konya, endüstriyel hidrolik devre elemanlarından; hidrolik silindir, hidrolik pompa ve hidrolik motor üretiminde Türkiye’nin en önemli üretim merkezlerinden biridir.
Uzun ve büyük çaplı hidrolik silindir üretiminde Türkiye’de ilk sırada, Avrupa’da ise ilk 3 içindedir. Makine imalat sektörünün, Konya ihracatındaki payı giderek artmakta olup; 2010 yılı ihracatındaki % 23,5’luk payla ilk sırada yer almaktadır.” (Kaynak : Sanayi Bakanlığı, 2013)
Ayrıca, Konya’da yüzde (%) 95 oranında yerli üretilen ve Fransa başta olmak üzere, 12 ülkeye motor ve traktör ihracatı gerçekleştiriyor.
Bu ülkede yaklaşık 60-70 yıldır (Devletin her türlü desteği ve teşviki ile) iki-üç firma tarafından, montaj bantlarında otomobil üretilmektedir. Ve neden bu firmalar yerli otomobil üretmemektedirler ?
Aramızda kaç kişinin, Konya’nın tırnağı ile toprağı kazırcasına, (şaka değil) Çin’e rakip olabilecek alt yapıyı kurduğunu ve özellikle İslam ülkelerine binlerce dizel motor ihraç ettiğini bilmektedir ?
Bu şirketlere 28 Şubat’ta ne oldu dersiniz ?
Peki, memleket evlatlarının tırnakları ile değil toprağı, taşı kazıyarak oluşturduğu bu şirketlere, 28 Şubat döneminde ne oldu dersiniz ?
– O dönem Medya bunları neden yazmadı ?
– Milli Bankalar neden Anadolu İnsanına destek olmadı ?
– Devlet – Bürokratlar, neden bunlara sahip çıkmadı ?
Neredeydi, bu ülkenin “Siyasi bağımsızlık yetmez, ekonomik bağımsızlık da gerekli” diyen Mustafa Kemal’in, Kahraman Askerleri !
Neredeydi, bu ülkenin Aydınları, Öğretmenleri, Akademisyenleri ?
Neredeydi, bu ülkenin, Bayrak ve Vatan severleri ?
Üzerlerine ölü toprağı mı serpmişlerdi ?
Devam edecek…
Resim : Tarafımızdan düzenlenmiştir.
(*) ”..Başkan Eisenhower’e mektubunda Rockefeller, düşüncelerinin en somut örneği olarak İran’ı göstermişti : ‘Ekonomik yardımı harekete geçirerek, diyordu, İran petrolüne el koymayı başardık ve bu ülkenin ekonomisine yerleştik. İran’da ekonomik konumumuzun güçlenmesi, bu ülkenin dış politikasının kontrolümüz altına girmesini ve özellikle Bağdat Paktı’na üye olmasını sağladı. Bugünkü İran Şahı, elçimize danışmadan hükümetinde herhangi bir değişiklik yapmaya bile cesaret edememektedir’.
‘Balığın yeme ihtiyacı var’
‘Bayrağın ticareti takip etmesi’ nin bir Amerikan geleneği olduğu notunu düşen Rockefeller, Amerikan ekonomik yardımının ‘bizimle dost olan ve bize uzun süreli, sağlam askeri paktlarla bağlanmış bulunan anti-komünist hükümetlerin iktidarda olduğu ülkelere yapılacak yardımların ve açılacak kredilerin öncelikle askeri nitelikte olması’ gerektiğini belirtiyor ve oltaya yakalanmış balığın yeme ihtiyacı olmadığını ifade ediyordu.
Örnek olarak Türkiye’yi göstermişti. M. Emin Değer’in kitabına ad olacak olan “Oltadaki Balık Türkiye” ye yapılacak genişletilmiş iktisadi yardımın, bazı durumlarda, istenilenin tersi sonuçlar verebileceği, yani bağımsızlık eğilimini arttırıp, varolan askeri paktları zayıflatabileceği kaygısını dile getiriyordu. ‘Türkiye gibi ülkelere doğrudan yardım da yapılabilir, ama bu, ancak bize uygun ve bağlı hükümetleri iktidarda tutacak ve bize muhalif hükümetleri zararsız bırakacak biçim ve miktarda olmalıdır’ diyordu.”
(**) “AJAN OKULLARI”. Yazar : Necdet Sevinç. Sahife : 21 (“Sanık Yazılar”, Necdet Sevinç, S.163). Daha fazlası için : https://www.canmehmet.com/turkiyede-ne-degisti-de-az-gelismislik-zinciri-kirildi-ve-yuksek-teknoloji-uretilmeye-baslandi.html
(1) “TÜRKLER ARASINDA”. Yazar : Cyrus Hamlin. (Robert Kolej’i kuran misyonerin anıları). Daha fazlası için bakınız: https://www.canmehmet.com/robert-kolej-dosyasi-fatihin-hisar-taslarindan-tersine-fetih-icin-yapilan-bir-okulunun-hikayesi-1.html
(3) http://www.sozcu.com.tr/2015/yazarlar/yilmaz-ozdil/the-imam-983403/
(4) Daha fazlası için bakınız : https://www.canmehmet.com/yesil-anadolu-sermayenin-huzunlu-hikayesi.html
(5) Veli Toprak, 2005-10-14 tarihli Yeni Şafak.
(6) 2006-08-19 tarihli : http://www.tumgazeteler.com147