Yargıtay (eski) Başkanı Sayın Sami Selçuk’un Başbakana Açık Mektubu

Sayın Selçuk, MİT personelinin yargılanması ile ilgili Yasa’ya ve öngörülen ‘izin’ kavramı ile ilgili olarak başbakana görüşlerini içeren bir mektup yazar. Ancak, mektubun gerçek muhatabı, vekil olan başbakan değil, asil olan vatandaşlardır.

Aynı zamanda bir kanaat önderi de olan Sayın Selçuk’un görüşlerine cevap olarak, olanlardan-olaylardan doğrudan etkilenen bir vatandaş olarak biz veriyoruz.

Önce emekli Yargıtay Başkanı Sayın Selçuk’un açık mektubunun içeriğini verelim.                                               

Sayın Başbakan, 
Onca işinizin arasında size seslenmeyi ülkeme ve hukuka karşı bir yükümlülük olarak görüyorum.
Bu satırları yazarken olasılıkla komisyon, değişiklik yapan tasarıyı görüşüyor olacak.

Hiç önemli değil.

Seçim sisteminin çarpıklığı yüzünden milletin vekilleri, özünde, nasıl olsa genel başkanlarının vekilleri. Onların içinde en son sözü söyleyecek olan da sizsiniz.

Çünkü sayısal çoğunluğun başı sizsiniz.
Her şey sizin elinizde.
Unutmayınız ki, Sayın Başbakan, bir topluluğun toplum; bir toplumun ulus; bir ulusun uygar-ulus olabilmesi için kimi koşullar ve süreçlerden geçmesi gerekir.

İnsan yığınından oluşan bir topluluk, ancak yurt, tarih, dil bilincine ulaştığında bir topluma, bir ulusa dönüşebilir.

Bunun ardından, hukuk bilincine ulaşabilirse, işte o zaman da uygar bir ulus olur. 

 ***

Çağ gerisi düzenlemeler 
Türk hukuku, çağcıl değerlere yaslanan Batı kaynaklıdır; benimseme yolu ile alınmıştır.

Ancak Batı değerlerini, özellikle temel Batılı kavramları/terimleri/kurumları/ilkeleri henüz yaşama geçirememiştir.
Bunlardan biri de ‘izin’ kavramı ve kurumudur.
İlkin yürürlükteki 1999/4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Yasa’ya ve bunda öngörülen ‘izin’ kavramına değinmek isterim.

Sayın Başbakan, 
Hukuk tarihi boyunca kamu görevlisinin nasıl yargılanacağı konusunda iki büyük sistem yaşanmıştır.
Birincisi, sadece Osmanlı’nın hukuku ve özellikle erkler ayrılığı ilkesini dışlayan buluşuydu.

Bunlardan 1872 tarihli ‘Nizamname’ye göre, yargılamanın her aşamasını yönetim yürütüyor; Memurîn Muhakematı Hakkında Kanun-u Muvakkat ise kamu görevlisi hakkında dava açma tekelini yönetime veriyordu.

İkincisi, 1999/4483 sayılı yasaya göre şu anda bizde de geçerli olan yöntemdi. Buna göre davaya savcılar el koyacak, soruşturma açacaklar, ancak kovuşturmanın başlaması, iddianamenin düzenlenmesi için yetkili merciden izin isteyeceklerdi.

Her şeyden önce şunu hemen belirtmek isterim: Devletin hukuk içinde kalmadığını çağrıştıran ‘hukuk devleti ilkesi’ne değil, ‘hukukun üstünlüğü ilkesi’ne yaslanan, hukuk karşısında birey ile devleti aynı düzeyde gören anglosakson hukuk anlayışının (*) egemen olduğu ülkelerde, böyle bir sistem hiçbir zaman olmamıştır.

Bizim de içinde bulunduğumuz Kara Avrupası hukuk anlayışında (**) ise yasama organları, tıpkı sizin de içinde üyesi olduğunuz yasama organı gibi düşünmüş, 18. ve 19. yüzyıllarda kamu görevlilerini, dolayısıyla devleti korumak amacıyla, birçok ülkede bu sistem benimsenmişti.

Ancak uygulamada merciler, yine bizdeki gibi, izin yetkisini sürekli kamu görevlisini koruma ve onu ayrıcalıklı kılma biçiminde kullanıyordu.

Sonraları bu sistemi Fransa 1870’te,  Belçika’da 1831 anayasasıyla kaldırdı.

Belçika bu sistemin geri getirilmesini, gelecek yasama organlarını bağlayacak biçimde, anayasal boyutta yasakladı (madde 24, 1994 anayasası, madde 31).

Bu sistem, Kara Avrupasında , Almanya, İspanya, Portekiz, Yunanistan , Çekoslovakya, Romanya ve Rusya’da yoktur. 

Latin Amerika’da 1861’e dek sadece Bolivya’da vardı. 

Afrika’’da da sadece dar bir kadro için Togo’da vardır.

Kısacası, 1999/4483 sayılı yasanın getirdiği izin sistemi, günümüzde hemen hiçbir uygar ve demokratik ve de gelişmekte olan ülkede yoktur.

Olanlarda da geçen yüzyıllarda tarihe karışmıştır.
Bugün uygar dünyada benimsenen, yargısal güvence dizgesidir. Buna göre soruşturmayı da kovuşturmayı da yargı yapacaktır. Bu konuda kimseye ayrıcalık tanınmamaktadır.

Bu durumuyla AB’ye girmek isteyen Türkiye, AB hukukuyla bütünleşmek şöyle dursun, hızla bu hukuktan uzaklaşmakta; tasarı ise bunun bir örneğini daha vermektedir.

Belçika’nın 181; Bolivya’nın 151; Fransa’nın 142 yıl gerisindedir. 

***

Hukuk sadece sizin değil 
Sayın Başbakan,
AB’ye girmek isteyen 21. yüzyıl Türkiyesi’ne yakışmıyor bu tür çağ gerisi düzenlemeler.

Yönetimin saydamlığı, hesap verebilir olması, eşitlik, hukukun üstünlüğü, erkler ayrılığı, yargı bağımsızlığı ilkeleriyle çatışıyor.

Devleti de yargıyı da kamu görevlisini de küçük düşürüyor. 
Buna karşın iktidarınız, tasarı ile 1983/2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı yasasının 26. maddesini bu yasa doğrultusunda değiştirerek, bu çağ gerisi sistemi şeddeli biçimde pekiştiriyor.

Aslında buna gerek yok.

Çünkü 1999/4483 sayılı yasanın maddeleri bu yasadaki boşlukları doldurmaktadır.

Ancak her iki yasada öngörülen ‘izin; ‘denetlenebilen bağımlı değerlendirme yetkisi’ içindedir. Dolayısıyla aleyhine itiraz edilebilen, izin verence hukuksal inceleme sonucu gerekçe gösterilmesi zorunlu, denetlenebilen bir izindir.
Buna karşılık TCY’nin 301. maddesindeki izin, yasalarda bir elin parmak sayısı kadar azdır.

Gerekçe göstermeyi gerektirmeyen ve denetlenemeyen ‘tam özgür değerlendirme yetkisi’ içindedir. Bu suçlarda devletin iddia makamı kamu davasını açmak isterse, Cumhurbaşkanı ya da bakandan izin ister.

Bu makam, savcının işlemlerini denetlemez.

Sokrates, Thomas Moore, Voltaire, Emile Zola, Jean Paul Sartre, Yahya Kemal, Orhan Pamuk hakkında dava açılması (açık duruşma yapılması), kamunun/ülkenin yararına mı yoksa zararına mıdır sorusunun yanıtını arar.

İzin verir ya da vermez.

Asla tartışmaya yol açacak bir gerekçe gösteremez.

Yasalaşmadan önce İHAM kararları yüzünden ülkemin yaşadığı güçlükleri gözeterek, TCY’nin 301. maddesindeki izni ben de önermiştim.

Ancak adalet bakanları, bu yetkinin özünü iyi kavramadılar.

Anayasayı çiğneyerek (madde 9, 138/3) kullandılar, yargıçların yerine geçerek hüküm bile kurdular. Sözgelimi, bir bakanımız, “Ben devletime sövdürmem” diyerek gerekçesini duyuruverdi.

Yani ‘yetki gaspı’yla sakat izinler verdiler

Sayın Başbakan,
Sokrates, Eski Yunan yasalarına göre suçluydu.

Bizde de olsa savcı, hakkında dava açardı.

Sokrates’i yargılayan 502 yargıçtan hiçbiri günümüzde bilinmiyor.

Fakat “Sokrates hâlâ konuşuyor”; dünya Atina demokrasisini lanetliyor.

O dönemde izin sistemi olsaydı, elbette bugün Atina lanetlenmezdi.

Sartre dışında, öbür yazarlar için de durum aynıdır.

Dünya ağlıyor. Fakat “Voltaire yargılanamaz” diyerek Sartre’ın yargılanmasına da izin vermeyen Charles de Gaulle takdirle anılıyor.

***

Sayın Başbakan,
Yargıya güveniniz. 4483 sayılı yasayı bütünüyle, anayasanın 129/son ve 1983/2937 sayılı yasasının 26. maddelerini hemen yürürlükten kaldırınız. Bu bir.
Biz DGM’leri Fransa’dan aldık. Canı çok yanan Fransa 1981’de bunu kaldırdı.

Biz ise özel yetkili mahkemeler diye adını değiştirerek dünyayı aldatmaya kalktık. Görevlilerine aşırı yetkiler verdik. Onulmaz sıkıntılar yaşıyoruz.

Lütfen bu mahkemeleri de bu gece kaldırın.

Türkiye’de rahatlasın, siz de.

İHAM da devletimizi sık sık mahkûm etmesin. Bu iki.
Kişilere özgü kınanası yasal düzenlemelerden de vazgeçin.

Hukukun sütunlarından biri olan ‘yasal kuralların kişi dışılığı (gayrişahsiliği) ilkesi’ni çiğnemeyin.

İttihat ve Terakki’nin “Yok yasa, yap yasa” anlayışını reddedin. Bu üç.

 ***

Sayın Başbakan,
Hukuk sadece sizin değil, peygamberlerin bile üzerindedir.

Kureyş’ten hırsızlık yapan biri el kesme cezasına çarptırılınca, aile Hz. Peygamber’in çok sevdiği bir sahabeyi kendisine şefaat için yollar.

Hz. Muhammed şu yanıtı verir: “Sizden öncekiler şeriata (hukuk, fıkıh) uymadıkları için yok oldular. Kızım Fatıma bu suçu işleseydi, yine elinin kesilmesine karar verirdim.” 
Nizam-ül Mülk’ün bir özdeyişiyle sözlerimi bitirmek isterim: “İyi sultanlar, bilginlerle düşüp kalkanlardır. İyi bilginler, sultanlarla düşüp kalkmayanlardır.”

Bu yüzden ‘Aydınlanma’nın iki büyük devlet yöneticisi Kral Büyük (II.) Friedrich ve Çariçe II. Katerina, sürekli olarak bilginlerle düşüp kalktılar.

Geleceğe, hukuk dahil, çok güzel şeyler bıraktılar.
Bu yüzden Ebu Hanife, onca zor kullanılmasına ve işkencelere karşın Tağuti sisteme, Abbasi halifesi Ebu Cafer Mansur’un İslam’a aykırı fetva isteğine boyun eğmemiştir.

Ebu Hanife ticaretle, yoksullukla boğuşan Spinoza gözlükçülükle uğraşmış, devlet yönetiminde görev almayı reddetmişlerdir.

Seçim sizin…
Saygılarımla. 

(SAMİ SELÇUK : Profesör Doktor, eski Yargıtay Başkanı, Bilkent Üniversitesi öğretim üyesi) (1)

*   *   *

Sayın Selçuk, bir kanaat önderi, bir hukukçu ve bir sorumlu vatandaş anlayışı ile görüşlerini ifade etmiştir.

Keşke bu ve benzeri konularda daha fazla sayıda aydınımız görüşlerini kamuoyu ile paylaşabilseydi…

“Genel tanımı ile Hukuk nedir?

“Hukuk, birey, toplum ve devletin hareketlerini, birbirleriyle olan ilişkilerini; yetkili organlar tarafından usulüne uygun olarak çıkarılan, kamu gücüyle desteklenen, muhatabına genel olarak nasıl davranması yahut nasıl davranmaması gerektiğini gösteren ve bunun için ilgili bütün olasılıkları yürürlükte olan normlarla düzenleyen normatif bir bilimdir.

Hukuk, birey-toplum-devlet ilişkilerinde ortak iyilik ve ortak menfaati gözetir.” (2)

Bir kişiyi, aileyi, toplumu-toplumları ilgilendiren meseleleri birbirinden bağımsız olarak,  hukuk, ekonomi veya sosyoloji pencerelerinin bakarak değerlendirilme imkanı bulunmamaktadır.

-İnsan maddi ve manevi yönleri ile bir bütündür. “Tetiği bu parmağım çekti!suçlu odur!” Diyebilir miyiz?

-İnsan, içerisinde bulunduğu toplumun tüm değerleri ile bütündür ve yargılanması gerekli olursa bu bütünle yargılanabilmelidir.

Hırsızlık bir suçtur. Eğer, ona sadece hukuk penceresinden bakarsanız.

Hırsızlık (kimi anlayışlara göre) bir suç değildir. Eğer, o açlığını gidermek için yapılmış ise…

Hukuk evrensel midir?

Değildir.

Neden değildir?

-“Farklı karakter ve yaşam tarzına sahip muhtelif toplumlara farklı hukuk kurallarının uygulanmasının gerekliliği Montesquieu ve hatta İbni Haldun dönemlerinden bu güne kadar savunulagelmiş birer realite olduğuna göre, evrensel bir hukuk düzeninin varlığının tatmin edici olamayacağı ve ihtiyaçlara cevap veremeyeceği yönündedir.”(2)

Şimdi Sayın Selçuk’un görüşlerine bir vatandaş olarak karşı görüşlerimiz;

Sayın Selçuk’a göre;

-“Bir topluluğun toplum; bir toplumun ulus; bir ulusun uygar-ulus olabilmesi için kimi koşullar ve süreçlerden geçmesi gerekir. İnsan yığınından oluşan bir topluluk, ancak yurt, tarih, dil bilincine ulaştığında bir topluma, bir ulusa dönüşebilir. “

Bu ifadeden anladığımız, ortada (farklı) bir ulus, (farklı) yurt,  (farklı) tarih ve  (farklı) dil bilinci vardır. Ancak biz tüm bu farklılara rağmen,  -Evrensel- “Kara Avrupası Hukuk sistemi” ne dahiliz.

Sayın Selçuk’a göre;

-“Türk hukuku, çağcıl değerlere yaslanan Batı kaynaklıdır; benimseme yolu ile alınmıştır. Ancak Batı değerlerini, özellikle temel Batılı kavramları/terimleri/kurumları/ilkeleri henüz yaşama geçirememiştir.

-Bu ifadeden de anladığımız;  “Türk Hukuku, (Temellerini Roma-Hıristiyan- hukukundan alan) çağcıl değerlere yaslanan Batı kaynaklıdırBenimseme yolu ile almıştır. İlkeleri henüz yaşama geçirememiştir.”

Şimdi, Toplumları kültür değerleri ile diğerinden farklı olduğunu kabul ediyoruz. Bununla beraber, diğer bir toplumun değerlerini benimsemekte-almakta hiçbir sakınca görmüyoruz.

Bu durumda ortada nasıl bir farklı toplum-ulus-millet kalabilecek, kimliğini, rengini koruyabilecektir?

Medeniyet (Kültür), basit tanımı ile bir yaşam biçimidir.

İnsanlar ve ağaçlar ürettikleri ile birbirlerine benzerler. Onların, özellikleri; ağaçların toprağından, insanların din-dil-örf-adetlerinden gelmektedir.

Batı -Roma- kültüründen kaynaklanan hukuk anlayışını  bir ilaç gibi örnegin, Doğulu bir milletine aşılayamazsınız.

İlim ve medeniyet farklı değerlerdir.

İlim-bilgi- çalışılarak, kültür değerleri uzun bir zaman diliminde yaşayarak-özümsenerek kazanılabilmektedir.

Hukuk kuralları da ait olduğu toplumun yaşama şeklinden, ihtiyaçlardan ve değerlerinden yeşermektedir.

Ve…

Yaklaşık bir asırlık zaman diliminde çağdaşlaşmak adına başka bir kültür boyutuna geçmeye çabalıyoruz.

Cumhuriyetin ilk yıllarında bu ülkede bırakınız “kuvvetler ayrılığı”nı, kuvvetler birliği vardır.

Devam eden süreçte darbeciler ve cuntacılarla bu yönetim anlayışı devam etmiştir.

Şimdi Sayın Selçuk (Belli ki iyi niyetletlerle) Batıyı örnek vermektedir.

Ancak, bu ülkede oyun onların -Batının- kurallarına göre oynanmamaktadır.

Önce sivil bir anayasa sonra arkasından bunlar istenmese de gelecektir.

www.canmehmet.com

Resim;Westernculture’den alıntıdır.

(1) Mektubun alındığı kaynak; Türktime, Aytun Çıray, 19 Şubat 2012 Pazar  

(2) www.turkhukuksitesi.com

(*,**) Kara Avrupası hukuk sistemi” ve “Anglo-Sakson hukuk sistemi”

Günümüzde çeşitli ülkelerde değişik hukuk sistemleri uygulanmaktaysa da bu sistemler, genel olarak, “kara Avrupası hukuk sistemi” ve “Anglo-Sakson hukuk sistemi” olarak ikiye ayrılır

 “Kara Avrupası” veya “Kıta Avrupası” deyiminden İngiltere hariç Avrupa anlaşılır “Kara Avrupası hukuku” terimiyle de kastedilen, büyük ölçüde Roma hukuku kaynaklı olan, Fransız, Alman, İtalyan, İsviçre, İspanyol vs hukuk sistemleridir Hukuk devriminden sonra Türk hukuk sistemi de bu sisteme dahil olmuştur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Anti-Spam Quiz:

*