Milletimize Ne Yaptınız Artık Kuşlara Yuva Yapmıyor !

Işığı Yanan Evler..

Tıp fakültesini yeni bitirmiş, pratisyen hekim olarak ilk görev yaptığım yere, Konya’ya bağlı bir beldenin sağlık ocağına gitmiştim. Gençtim, bekârdım. Küçük bir beldeydi gittiğim yer.

İlk gece bir eve misafir olmuştum. Tren istasyonunun hemen yanında bir evdi. Akşam yemeğinden sonra çaylarımız gelmiş, sohbetler edilmişti. Üzerimde yol yorgunluğu, geldiğim yeni yerin yabancılığı vardı. Saatler ilerliyor, ağır bir uyku beni içine çekiyordu. Ev sahibine bir şey de diyemiyordum.

Bir müddet daha geçti; yine bir hareket yoktu. Evin büyüğü olan Hacıanneye sıkılarak:

-“Anneciğim, sizin buralarda kaçta yatılıyor?” dedim. Hacıanne:

Evlâdım treni bekliyoruz. Az sonra tren gelecek, onu bekliyoruz” dedi. Merak ettim, tekrar sordum:

“Trenden sizin bir yakınınız mı inecek ?” Hacıanne:

“Hayır evladım, beklediğimiz trende bir tanıdığımız yok. Ancak burası uzak bir yer. Trenden buraların yabancısı birileri inebilir. Bu saatte, yakınlarda, ışığı yanan bir ev bulmazsa, sokakta kalır.

Buraların yabancısı biri geldiğinde, “Işığı yanan bir ev” bulsun diye bekliyoruz.” 

Konya Ovası’nda, ya da bir başka yerinde Türkiye’nin, trenden inen yabancılar için ışığı yanan evler” yerinde hâlâ duruyor mudur?

Yabancılar, yorgun bedenlerini yün yataklarda dinlendirmeye devam ediyorlar mı?

Aç bir köpeğin önüne bir kap yemek bırakan kadınlar yaşıyorlar mı?

Kuşlara yuva yapan mimarlar sahi şimdi neredeler?

Bu güzel insanlar, atlarına binip gitmişler.

Bizler, atlarına binip giden güzel insanlara sahip bir medeniyetin yetimleriyiz.

Çekip gidenlerin doldurulmamış boşluklarında savrulup duran yoksullarız.

Şâir öyle diyordu:

“Güzel insanlar, güzel atlara binip gittiler.”

Şimdi bu güzel insanlar, neden ve nasıl atlarına binip gittiler?

Onları ne yıldırdı da bir daha dönmemek üzere, sessiz sedasız gittiler?

Ey güzel yurdumun güzel insanları! Neredesiniz? (1)

*   *    *

“Bu tehditler ne kadar gerçek, ne kadar gerçek dışı?

Doğrusu bunu bilmem elbette mümkün değil.

Benim için asıl tehdit ve asıl dayanılmaz olan, kendi kendime yaşadığım psikolojik işkence.

“Bu insanlar şimdi benim hakkımda ne düşünüyor?” sorusu asıl beynimi kemiren.

Ne yazık ki artık eskisinden daha fazla tanınıyorum ve insanların

-“A bak, bu o Ermeni değil mi?” diye bakış fırlattığını daha fazla hissediyorum.

Ve refleks olarak da başlıyorum kendi kendime işkenceye.

Bu işkencenin bir yanı merak, bir yanı tedirginlik.

Bir yanı dikkat, bir yanı ürkeklik.

Tıpkı bir güvercin gibiyim…

Onun kadar sağıma soluma, önüme arkama göz takmış durumdayım.

Başım onunki kadar hareketli… Ve anında dönecek denli de süratli.

Ne diyordu Dışişleri Bakanı Abdullah Gül?

Ne diyordu Adalet Bakanı Cemil Çiçek?

“Canım, 301’in bu kadar da abartılacak bir yanı yok. Mahkum olmuş hapse girmiş biri var mı?”

Sanki bedel ödemek sadece hapse girmekmiş gibi…

İşte size bedel… İşte size bedel…

İnsanı güvercin ürkekliğine hapsetmenin nasıl bir bedel olduğunu bilir misiniz siz ey Bakanlar..? Bilir misiniz..?

Siz, hiç mi güvercin izlemezsiniz?

Kolay bir süreç değil yaşadıklarım… Ve ailece yaşadıklarımız.

Ciddi ciddi, ülkeyi terk edip uzaklaşmayı düşündüğüm anlar dahi oldu.

(…)

İyi de, gidersek nereye gidecektik?

Ermenistan’a mı?

Peki, benim gibi haksızlıklara dayanamayan biri oradaki haksızlıklara ne kadar katlanacaktı? Orada başım daha büyük belalara girmeyecek miydi?

Avrupa ülkelerine gidip yaşamak ise hiç harcım değildi.

Şunun şurasında üç gün Batı’ya gitsem, dördüncü gün “Artık bitse de dönsem” diye sıkıntıdan kıvranan ve ülkesini özleyen biriyim, oralarda ne yapardım?

Rahat bana batardı!

“Kaynayan cehennemler”i bırakıp, “Hazır cennetler”e kaçmak herşeyden önce benim yapıma uygun değildi.

Biz yaşadığı cehennemi cennete çevirmeye talip insanlardandık.

(…)

Ama tüm bunlar olurken şu gerçeği de tek güvencem sayacağım.

Evet, kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler.

Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce.”

İşte Hırant Dink’in yüreğinden dökülen sözler…

“ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz.”

*   *   *

Güvercinlere de dokunurlar, ondan sonra da o kaldırımı öylece kan içinde bırakır, sorumluları aklar, yollarına devam ederler…(2)

….

“Hırant Dink güzel bir insandı. Hem düşünceleriyle hem de insan olarak. Onu dinleyen, onu okuyan, ondaki insanın ne kadar güçlü ve ne kadar temiz olduğunu hemencecik görebilir.

Gözlerindeki sevgi parıltısını, sözlerindeki içtenliği, cesareti, kararlılığı ve onuru. Onu dinleyen, onu okuyan herkese o, bir kez daha insanlığını hatırlattırıyor. Uzanmış yerde yatarken bile, bir çift delik ayakkabısı ile ne de çok şey söylüyordu bizlere. (3)

Milletim sana ne oldu?

Artık kendi ışıklarını, kapını, yüreğini kapatmakla kalmıyorsun…

Başkalarının ocaklarını  söndürüyorsun!

www.canmehmet.com

Resim: Görseller Web ortamından alınmış, düzenleme tarafımızdan yapılmıştır.

(1)Prof. Dr. Saffet Solak’ın hatırasından….

(2) Hilal Kaplan. hilal.kaplan@yenisafak.com.tr ,18 Ocak 2012 Çarşamba

(3) http://www.toplumvesiyaset.com/yaziOku.php?id=955

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Anti-Spam Quiz:

*