Nükleer Enerji İle İlgili Yanlışlar Ve Cevaplar (Son)

– Yenilenebilir, Doğal (Rüzgâr-Güneş-Deniz) kaynaklar enerji sorununu çözer! 

– Ülkemizde SU kaynaklarının %15’i kullanılmaktadır! 

– Ülkemizde KÖMÜR kaynakları âtıl beklemektedir. 

– RÜZGAR Enerjisi tüm elektrik sorununu çözer! 

– GÜNEŞ Enerjisi ülkemizde yeterince kullanılmamaktadır! 

– JEOTERMAL kaynaklarımız elektrik sorununa çözüm olacaktır! 

– Dünyada nükleer santral sayıları hızla azalmaktadır! 

– ABD ve Avrupa nükleer santral yapımından vazgeçmiştir! 

– Nükleer Santral atom bombası gibi patlar! 

– Nükleer santral çevre düşmanıdır ve Radyasyon yayar! 

1) Yenilenebilir (Alternatif) kaynaklar enerji sorununu çözer efsanesinin doğrusu;

Ana enerji kaynağı üç çeşittir. 

– Su enerjisi, hidrolik enerji olarak bilinir,  

– Kömür, petrol ve gaz enerjisi, termik enerji olarak bilinir,  

– Çekirdek enerjisi de nükleer enerji olarak bilinir. 

Alternatif (yenilenebilir) enerji kaynakları ise çok çeşitlidir. 

– Rüzgar, güneş, jeotermal, biomas, güneş pilleri, deniz dalga ve gel-git olayı vb. 

Alternatif enerji kaynakları ana (birincil, baz) enerji kaynakları yerine ikame edilemez. Çünkü Ana enerji kaynaklarının en önemli ölçütlerinden birisi olan “sürdürülebilirlik” ilkesini alternatif enerji kaynakları sağlamakta başarısız olmaktadırlar. 

Yenilenebilir (alternatif) enerji kaynakların da bu ölçütleri bulamazsınız. Örneğin Güneş veya Rüzgâr enerjisinde bu üç kriterin karşılanması olası değildir. Şöyle ki; 

– Sürekli üretim yapamazsınız çünkü güneş veya rüzgar ortadan kalkınca enerji üretimi yapılamaz. Sistem beklemeye geçer. 

– Depolama gerektirir. Rüzgar enerjisi doğru akım olarak akülerde biriktirilerek ve sonra değişken akıma çevrilerek kullanılır, güneş enerjisi de depolarda su olarak biriktirilmek zorundadır. 

2) Ülkemiz su kaynaklarının %15’i kullanılmaktadır efsanesinin doğrusu;

“Enerjide hem zengin, hem fakiriz.” 

Su varlığına göre ülkeler aşağıdaki şekilde sınıflandırılmaktadır; 

Su fakiri: yılda kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı 1.000 m3’ten daha az. 

Su azlığı: yılda kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı 2.000 m3’ten daha az. 

Su zengini: yılda kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı 8.000-10.000 m3’ten daha fazla. Türkiye su zengini bir ülke değildir. Kişi başına düşen yıllık su miktarına göre ülkemiz su azlığı yaşayan bir ülke konumundadır. 

Kişi başına düşen yıllık kullanılabilir su miktarı 1.500 m3 civarıdır.

3) Ülkemiz Kömür kaynakları âtıl beklemektedir efsanesinin doğrusu; (Kaynak: 15. Kömür Kongresi Bildirgesi-2006 MTA),  

TKİ yetkilileri ülkemiz kömürlerinin genç olmasından dolayı kalorilerinin çok düşük olduğu ve bazı yerlerde ise yeraltı işletmeciliği yapılacağı için ekonomik olmaması nedeni ile özel sektöre, hatta yabancılara da cazip gelmediğini beyan etmekteler. 

Kömür üretim alanlardan (rezerv bakımından) az bir kısmı elektrik santrali yapımına müsait olup şu anda sadece kömür üretimi yapmaktadırlar. Bu üretim ile Türkiye’nin sanayi ve evlerde kullanılan tüm sobalık kömür ihtiyaçlarını karşılamaktadır. 

Muğla-Yatağan termik santrali baca gazı ile çevreye zarar vermeye başlamış, kirlilik zaman zaman da kabul edilebilir değerleri aştığı için kapanmak zorunda kalmıştır… 

Ülkemizin toplam Kömür rezervi 8.2 milyar ton olup 3.5 milyar tonu Afşin-Elbistan da dır . Kalorisi ise 1100 civarıdır. Ancak açık işletme olması, ülkemiz için en büyük fırsattır ve bu fırsatı da devlet değerlendirmiştir. Afşin-A santralinden sonra Afşin-B elektrik üretim tesisi hizmete girmiş olup maksimum 7 santral yapılabileceği ve bu halde de 40 yıllık rezerv gözükmektedir. Santral sayısı kömürün kullanım süresini belirlemektedir. Bu tablo da kömür konusunda da ülkemizin zengin olmadığını açıkça belgelemektedir. Ancak elbette hidrolikte, kömürde ULUSAL enerji olup birinci önceliğimiz olmaya devam etmelidir.

4) RÜZGAR Enerjisi tüm elektrik sorununu çözer!

30-40 metre yükseklikte rüzgâr yardımıyla dönen 2 veya 3 adet kanattan oluşan ve bu enerjiyi içindeki mevcut jeneratörü çevirerek elektrik elde eden sistemlerdir. Ortalama 600-800KW gücünde olan sistemlerden en az 2 adedi bir arada kullanılarak “enerji alanı” oluşturulur. Verim oranı %20-30 civarlarındadır. Ortalama maliyetleri 1 milyon$/adet mertebesindedir. 

Amerika bu konuda lider durumda olup 1600MW kurulu güce sahiptir. Türkiye kurulu kapasitesi 2007- haziran yılı itibari ile 131 MW’tır. İnşaatı devam edenler 75 MW’dır. 

Rüzgâr enerjisinin aleyhte kullanılan yönleri de mevcuttur. Gürültü kirliliği, kuşların gece çarparak ölmesi, doğru akım ürettiği için akü ve alternatif gerilim değiştirici (convertor) bulunması hem manyetik kirlilik hem de akü nedeni ile çevre problemi yarattığını karşıtlar sürekli gündeme getirir. Ancak gelişen teknoloji bu sorunları çözmeye başlamış, önümüzdeki 5-6 yıl içinde bu sorunlar, ortadan kalkacaktır düşüncesindeyiz. 

Şimdilik ilk yatırım maliyetinin pahalı olması dezavantajı mevcuttur. Bu yatırımlarda ülkemizin en önemli eksiği, henüz yerli üretimin olmayışıdır. Elbette rüzgâr azalması halinde sistem elektrik üretimi yapamaz. 

Türkiye’de hâkim rüzgârlar genelde deniz kıyılarındadır. Ülkemiz deniz kıyı (sınırları) uzunluğu şöyledir: Karadeniz:1.778km, Marmara:1.275km, Ege ve Akdeniz: 47.63km, Deniz sınırları toplamı: 7.816km’dir. 2006 yılı itibari ile ülkemizde toplam 54 adet rüzgâr ölçüm merkezinde ölçümleme yapılmıştır. (Kaynak: http://www.eie.gov.tr/turkce/ruzgar/ruzgar_gozlemist_yerleri.html)

Ülke Rüzgâr kapasitemiz toplamı; Enerji bakanlığının son değerlendirmeleri ile 45.000MW olarak bulunmuştur. Halen 75 MW kurulu gücümüzün bulunması bize gerek yatırım maliyetlerin pahalılığı ve gerekse devlet tarafından 5.5 cent€/kw fiyat uygulanması yeterince cazip olamamaktadır. Elbette verim katsayısının %20’ler civarında olması ayrı bir dezavantaj olarak görülmektedir… 

1000 MW’lık bir nükleer santral yatımı 1.5 milyar dolara mâl olurken aynı elektriği üretmek için 6 milyar dolarlık Rüzgâr yatırımı yapılması gerekliliği ortadadır. Ayrıca bu yatırım rüzgâr esmediği zaman atıl duracaktır. Zâten bu GERÇEK Rüzgâr santralı bir hidroelektrik yada termik santral tarafından desteklenmesi gereğini 2. maddede açıkça yazmaktadır. 

Bilimsel gerçekler böyledir. 45.000MW’lık ülke kapasitemizin toplam rüzgâr yatırım tutarı ise 270 milyar dolar gibi çok yüksek bir değerdir. Eşdeğer nükleer yatırımı ise 68 milyar dolardır. Toplamda 45 adet nükleer santrale karşılık 270.000 adet rüzgâr yatırımı yapılması gerekmektedir. Bu veriler Rüzgâr efsanesinin ne boyutta olduğunu belgelemektedir. 

5) Güneş enerjisi ülkemizde yeterince kullanılmamaktadır efsanesi;

Güneş enerjisi teknolojileri yöntem, malzeme ve teknolojik düzey açısından çok çeşitlilik göstermekle birlikte iki ana gruba ayrılabilir: 

– Isıl Güneş Teknolojileri: Bu sistemlerde öncelikle güneş enerjisinden ısı elde edilir. Bu ısı doğrudan kullanılabileceği gibi elektrik üretiminde de kullanılabilir. Ancak henüz elektrik üretimi konusunda yeterli teknolojik gelişim sağlanamamış bu nedenle de ticari olmamıştır. Deneysel amaçlı üretimlerde ise maliyetler oldukça yüksektir. 

– Güneş Pilleri: Fotovoltaik piller de denilen bu yarı-iletken malzemeler güneş ışığını doğrudan elektriğe çevirirler. (http://www.nukte.org) Güneş Kolektörleri )

Türkiye’de güneş enerjisinin en yaygın kullanımı sıcak su ısıtma sistemleridir. Ülkemizde 2001 yılı için 7, 5 milyon m2 civarında olan güneş kolektörü 2006 yılı için 11.5 milyon m2 ye ulaştığı tahmin edilmektedir… 

Sektörde 100’den fazla üretici firmanın bulunduğu ve 2.000 kişinin istihdam edildiği tahmin edilmektedir. Yıllık üretim hacmi 750 bin m² olup bu üretimin bir miktarı da ihraç edilmektedir. Bu haliyle ülkemiz; dünyada, kayda değer bir güneş kolektörü üreticisi ve kullanıcısı durumundadır. Avrupa’da ise birinci sıradadır. 

Sonuç: Güneş enerjisinin ülkemizde yeterince değerlendirilmediği yönündeki bilgilerin bilimsellikten uzak olduğu açıktır. (Kaynak: www.eie.gov.tr )

6) Jeotermal kaynaklarımız elektrik sorununu çözecektir efsanesinin doğrusu

Ülkemizde Jeotermal konusunda MTA tarafından açıklanan toplam kapasite 31.500 MWt’tır. Ancak bu kapasite değerine tüm enerji camiası ihtiyatla yaklaşmaktadır. Bu enerji türünde iki türlü kullanım söz konusudur: 

– Jeotermalin ısı gücünü kullanarak konut ve seraların ısıtılması, (1.229MWt) 

– Isıl gücün elektrik enerjisine çevrilmesi. 

Bugünkü ülke kapasite değerlerimiz: 

Açığa Çıkan Kapasite : 3.520 MWt 

Kullanılan Kapasite : 1.229 MWt 

Dünyada Jeotermal zenginliği ile yedinci sırada yer alan Türkiye, jeotermal potansiyeli ile toplam elektrik enerjisi ihtiyacının % 5’ine kadar, ısıtmada ısı enerjisi ihtiyacının %30’una kadar karşılayabilecektir. Ancak bunların ağırlık ortalaması alındığında Türkiye enerji (elektrik + ısı enerjisi) ihtiyacının %14’ünü karşılamaya taliptir. (www.eie.gov.tr)

7) Dünyada nükleer santral sayıları hızla azalmamakta aksine artmaktadır.

Dünyadaki nükleer santraller 1960’lar da yapılmaya başlanmış hızla artarak şu anda 443 âdete ulaşmıştır. Ayrıca inşâ halinde 28 adet, sipariş aşamasında ise 64 adet nükleer santral vardır. Projelendirme aşamasında ise 158 NS vardır. Batıda nükleer santrali olmayan ülke yok gibidir. 

Ancak doğudaki tüm İslam ve Türkî cumhuriyetlerde maalesef BİR adet santral mevcuttur. O da Pakistan’dadır. Yani SKOR 442-1 dir. 

Ana mesaj bu sayının altında yatmaktadır. Sayılar bizden, yorum sizden !! 

Yıllara göre Nükleer Santral adetleri ise: 1979’da 81, 1980’de 244, 1985’de 365, 1990’da 419, 2000’de 436, 2006’da 443‘dür. 2005 yılına kadar dünyada ekonomik ömrü dolan ve dolayısı ile kapatılan santral sayısı ise 95 adettir. 

Yukarıdaki grafikte ise 1971-2002 yılları arasında dünyadaki nükleer enerji kullanım oranlarını ve nükleer elektrik üretimini; yıllara bağlı olarak sunmaktadır. 

Örneğin 1971 yılında %1 olan oran 1982’de %6, 1987’de %12, 1991’de %14 ve 1999 yılında da %16’yı aşmıştır. Aynı yıldaki üretim ise 2500 TWs (Teta Watt Saat) mertebesinde olmuştur. 

8) ABD ve Avrupa nükleer santral yapımından vazgeçmemiştir. Çünkü…

Finlandiya’da nükleer santral inşaatı devam etmekte ise de AB içinde elektrik üretimi ortalama %32’dir. Fransa’da ise 2 yeni santral devreye alınmıştır ve %80 elektriği nükleerden elde etmeye başlamıştır. Amerika ise 103 nükleer santral ile dünya lideridir. Kanada ise 18 santrale sahiptir. İhtiyaçları kadar yapmaları ve şu anda yapmamalarını “vazgeçtiler” olarak yorumlamak en azından bilimsel değildir, inandırıcı da olamaz. 

Elbette Avrupa da nükleer santrallerin yapım adetlerinin düşmesi ne denli doğal ise doğuda da nükleer santral yapımının hızlanması aynı şekilde doğaldır. Çünkü sanayi üretimi artık doğuya kaymış, Çin, Japonya, G.Kore, Tayvan üretimleri, dünyaya ucuzlukları sayesinde hâkim olmuştur. 

Bu da ucuz enerjiden geçen bir yoldur. Bu durum ayrıca Avrupa’daki enerji talebinin gerilemesine de neden olmaktadır. Örneğin İngiltere’nin sahip olduğu gemi ve çelik endüstrisi genelde Kore’ye kaymış, bu nedenle İngiltere’de düşen elektrik talebine karşılık G.Kore’de tam tersi artan enerji talebi olarak ortaya çıkmıştır. 

G.Kore halen 20 Nükleer santrale sahip olup 1 adedi de inşa, 7 adedi de proje safhasındadır. G.Kore ve Japonya dünyada kendi olanakları ile nükleer santrali yapabilen iki uzak doğu ülkesidir. 2006 Ocak itibari ile İnşası devam eden 21 adet nükleer santralden sadece iki adedi Avrupa’dadır. Romanya ve Finlandiya. Diğerleri ise 8’i Hindistan, 4’ü Rusya, 2’si Çin, 2’si Tayvan, birer adetler ile G.Kore, Pakistan, İran ve Japonya’dır. 

Dünyada nükleer enerji Afrika, Ortadoğu, İran ve Türkiye dışında kullanılmaktadır… Kısaca bu teknolojiyi kötüleyenler aslında ülkelerine gericilik tavsiye ediyorlar. Ama farkında değiller. 

9)”Nükleer Santral atom bombası gibi patlamaz”; çünkü…

Bir nükleer santralin atom bombası gibi bir patlama olması olasılığı teorik ve pratik olarak imkânsızdır. Yani SIFIRDIR. Çünkü bir atom bombasının oluşması için mutlaka gerekli olan İKİ şart; ortamda, yani nükleer santral içinde asla mevcut değildir.

1. En az %90 oranında zenginlikte bir yakıt. (Nükleer santral yakıtı %1-%5 zenginliktedir.) 

2. Patlama için gerekli ön koşul olan “KİNETİK ENERJİ” kaynağı santralde yoktur. 

Patlamadan kastedilen aslında kazandaki yarılmadan dolayı ortaya çıkan aşırı ısınmış suyun buharlaşmasından başka bir şey değildir. Bu durum evimizdeki düdüklü bir tencerenin patlamasını andırır. Yemekler tavana sıçrar ve ortalık kirlenir. Ama kirlilik asla duvarlar nedeni ile dışarıya ulaşmaz. 

İşte nükleer santrallerde de benzer durumun meydana gelebileceği olasılığı baştan kabul edilmiş olup batıda sistem 1.5-2 metre civarı kalınlığında bir koruma kabuğu ile kapatılmıştır. Amaç bir kaza halinde oluşabilecek radyoaktif kirliliğin etrafa bulaşmasını önlemektir. “Bu kadar kalın ve maliyetli duvar ya da koruma kabuğu yapımındaki kıstas nedir?” diye sorulduğunda “üzerine düşecek bir uçak” neticesinde bile çatlamayacak ve hasar görmeyecek şartta olmasından dolayıdır. 

Batı tipi nükleer santrallerde koruma kabuğu yapılması mecburiyeti vardır. Nükleer santrallerdeki güvenlik yatırımının %40 boyutlarına ulaşmasının ana sebeplerinden biride bu beton kubbe yapımıdır.

Doğu tipinde yani Rus teknolojisinde aşırı güven ya da maliyetler sebebi ile bu koruma kabuğu (beton kubbeler) yapılmamıştır. Hâlbuki dünyadaki ilk 2 kaza da batıda olmuştur. İngiltere (1957) de Windscale’de olan kaza yine bir kor erimesiydi

Çevreye bir miktar radyasyon yayıldı. Koruma kabuğu da yoktu. İşte bu kaza “Batı anlamında nükleer güvenlik doktrinin” ortaya çıkmasına neden oldu. Bu doktrin ile iki konu kesin güvence altına alındı. 

1. Reaktör kalbinde soğutma suyu eksikliği nedeni ile kaza oluşma riskini minimuma indirmek amacı ile 2 yada 3 yedeklemeli soğutma su borusu yapım şartı. 

2. Herhangi bir nedenle kor (kalp) erimesi hâlinde kazan dışına kaçabilecek radyasyonun bir koruma kabuğu ile güvence altına alınmasıdır. İşte bu kriterlerin ilk meyvesi; 1979 yılında, ABD de Three Miles İsland reaktöründe alınmıştır. Reaktördeki kalp erime kazası gerçekleşmesine rağmen çevrede; radyasyon ve çevre kirliliği sorunu yaşanmamıştır. 

Ancak üçüncü kazanın “koruma kabuğu” olmayan Rus santralinde olması acı gerçeklerle sadece Rusların değil, tüm dünyanın tanışmasına neden olmuştur. 

Yani kaza bilerek ve eksik yapım tekniği nedeni ile hepimizin başına problem olmuş ve 100 km alanda ciddi radyoaktif kirlilik problemi ortaya çıkmıştır. Bulgaristan ve Ermenistan santralleri de bu gün için ayni riski maalesef taşımaktadır. 

Avrupa Birliği Bulgaristan ile nükleer santrallerini kapatması konusunda anlaşmıştır. Karşılığında yenilerinin yapılmasını finanse edecektir. 

Termik santrallerde bulunan kömür kazanlarının çok küçüğü apartmanlarımız da da bulunur. Bu kazanlarda yanan kömür yerine nükleer santrallerde uranyum yakıtı bulunur. Sistem ve tasarım aynı şekildedir. Sadece nükleer santral kazanı daha büyüktür. Ayrıca yakıt çubukları uzun ince su boruları şeklinde ve demet olarak santrale yüklenir. Bir yükleme esnasında takriben 90 ton civarında yakıt çubuğu yüklenir ve 3 yıl civarında enerji üretecek kapasitesi vardır. Süresi dolan yakıt demetleri soğutma havuzlarına alınır ve yerine yenileri yüklenir. 

Bu yakıt çubuklarının arasında ısıyı kontrol edecek olan “kontrol çubukları” vardır. Bu kazan içindeki yakıt çubuklarındaki ısı kontrol çubukları ile sürekli denetim altındadır. Tüm sistem önemli yerlerde 3 adet yedekleme ile desteklenir. Borular ise iç içe geçmiş halde olup ilkinin delinmesi halinde ikinci boru, sistemi korur ve çalışmasını devam ettirir. 

Sistem herhangi bir şekilde kontrolden çıkar ve çaresiz kalındığı zaman tüm personel “koruma kabuğu” dışına çıkar ve sistemi dışarıdan kontrol etmeye devam eder.

Buna rağmen olacak bir kaza senaryosu şöyle devam eder; önce yakıt çubukları erir ve sonrada kazanda oluşan yoğun ısı nedeni ile içerisinde bulunan suyun ve buharın basıncına dayanamayan kazan yarılabilir ya da üstündeki kapak çatlayarak suyun ve yakıt çubuklarının dışarı kaçmasına sebep olabilir. 

Kısaca patlama bir buhar basıncı patlamasıdır. Böyle bir durum uzunca bir süreçte gerçekleşeceğinden dolayı çalışan personel koruma kabuğu dışına rahatlıkla çıkar. Özel yapıdaki tüm kapılar kilitlenir. Böylece kaza neticesi oluşabilecek tüm riskler içeride hapis kalacak ve çevrede herhangi bir sorun olmayacaktır. 

İşte kendisine güvenen ve “koruma kabuğu” yapmayan Sovyet ya da Rus teknolojisi bir deney sırasında kontrolü elden kaçırmıştır. “Koruma kabuğu” mevcut olsaydı kazadan belki de yıllar sonra haberimiz olabilirdi. Elbette 100km çapındaki bir alanda çevreye herhangi bir zarar gelmezdi. Batı tipi santrallerde “koruma kabuğunun” bir zorunluluk olmasından dolayı herhangi bir risk de yoktur. 

Ülkemizin nükleer santral yapımına karar vermesi halinde bu santralin mutlaka “koruma kabuğu” bulunacağı kesindir. 

Çünkü ülkemiz Viyana’daki Uluslararası Atom Enerji Kurumu kurucu üyesidir ve onun kurallarına bağlıdır. Batı ülkelerinin hiçbirinde koruma kabuğu olamayan santral yapılamaz ve yapılmamıştır. Açık santraller sadece Rus (Sovyet) teknolojisi ile yapılanlarda mevcuttur.

10) Nükleer santral çevre düşmanıdır ve Radyasyon yayar” yalanının gerçeği nedir?

Çevre konusundaki kriterleri ana enerji santralleri içinde en çok Nükleer Santraller sağlar. Bu durum için yapılan en önemli tablo aşağıdadır. 

BACASIZ elektrik üreten TEK “ana” enerji kaynağı NÜKLEER ENERJİDİR.

“…….Nükleer enerjinin çevre dostu olduğu (bu tablo dışında) belgeleyen en acı gerçek “KÜRESEL ISINMA” olmuştur. Yıllardır termik enerji santrallerinin çevreyi katlettiği anlatmamıza izin vermeyenleri çaresiz bırakacak bir gerçek “TABİATIN İSYANI” ile ortaya dökülmüştür. İşte hangi teknolojinin tabiatı katlettiği ortadadır. 

Fosil yakıtların gerek ucuzluğu ve petrol şirketlerinin kasıtlı olarak nükleer karşıtlığını desteklemeleri neticesi konun uzmanları programlı bir şekilde medyadan uzak tutulmuş, karşı tarafa aşırı zaman tanınmış ve konu bilinçli bir bilgi kirliliği ile desteklenmiştir. 

Şimdi bu kuruluş ve insanlara şunu soruyoruz. Konunun galibi sizlersiniz ancak tabiat isyan etti bir felaket ile karşı karşıyayız. Şimdi ne çözüm öneriyorsunuz denildiğinde cevaben:

– Yenilenebilir enerji kaynaklarının” bu sorunu çözeceğini söyleyip insanlarımızı adeta ikinci bir tuzağa sokmaktadırlar. 

Bilimde netleşen bir durum mevcuttur; Alternatif (yenilenebilir) enerji kaynaklarının yerine ANA enerji kaynaklarını ikâme edemezsiniz. Bunu bilmezden gelip yılların yanlışlığı adeta başka bir yanlışla düzelteceğini sananlar 

küresel ısınma felaketi” ile durumun vahametini anlamadılar ise bizim bilimsel olarak yapacağımız bir durum kalmamıştır.(1) 

… 

Konu takdir edileceği üzere ilmi temelde ve konunun uzmanlarınca tartışılmalı ve karar aydınlanmış halka bırakılmalıdır. 

Nihayetinde olumlu ve olumsuzluğu doğrudan yaşayacak olan ülkenin vatandaşlarıdır. 

Elbette hepimizin tercihi mümkün olması halinde ; rüzgar, güneş ve akan sudan elde edilecek enerjidir. Ancak, Rüzgar kimi zaman esmemekte, güneş her zaman sıcaklığı ile gülümsememekte, yağmur istediğimiz süre ve yoğunlukta yağmamaktadır. 

İnsanları bir taraftan çölleşmekte ve susuz kalmakla tehdit edilen bir dünyaya, diğer taraftan da çözümlükle baş başa bırakmak ne kadar akılcı olmaktadır? 

Bu anlayışlar da okuyanın, bilgi-deneyim ve özümsemesine kalmaktadır. 

www.canmehmet.com

Resim : Tarafımızdan hazırlanmıştır.

(1) Kaynak ve geniş bilgi için; Nükleer bilgi platformu (Nükte) 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Anti-Spam Quiz:

*