Japonlar Neden “Harf Devrimi” Yapmadılar (2)

“Harf Devrimi”, Dünyada ve ülkemizde çok tartışılan konuların başında gelmektedir.  Bu konuda sözü Japon İlim insanı Prof. Takita’ya bırakıyoruz.

PROFESÖR TAKİTA (1909 Yılında) JAPON HARFLERİ HAKKINDA KONUŞMAKTADIR…

..Bizim Japonların zayıf zamanlarında düşmanlarımız aramıza sızmışlar, kendi bozuk fikirlerini yaymak için durmaksızın milletimiz içine ayrılık tohumunu ekmekteler. Her tarafta fitne uyandırmak için çareler aramakta ve her nevi sebeplere teşebbüs etmekte asla ve kat’a tereddüt etmiyorlar; maksatları bizi birbirimizden ayırmak, bu suretle kuvvetimizi azaltmak, nihayet bizim ruhumuza tasallut ederek akıbet bizi kendilerine esir etmekten başka bir şey değildir.

Şimdi o bedbinler bizim 2.000 seneden beri kullanmakta olduğumuz yazımıza tasallut etmek istiyorlar. İnsanların avam (Halk) kısmına karşı bir takım deliller ile bizim hiyerogliflerimizin ağır/zor olup okumak-yazmak için başka bir hurufat kabul etmemizi tavsiye ediyorlar.

Doğru, bugün dahi kullanmakta olduğumuz hiyeroglif esasen bizim kendi hurufatımız değildir. Fakat bize komşu olan Çin milletinin hurufatıdır, biz 2.000 seneye yakındır bunu kullanmaktayız, şimdi âdeta bizim kendi malımız, kendi hukukumuz gibi olmuştur. Hem kendi malımızdır, zira biz pek çok ilave ve ıslahatta bulunmuşuz.

Bugün milyonlarca kitap bizim lisanımızda bu harflerle tabolunmuş, 50.000.000 ahali bu harflerle okuyup yazıyor, hiç bunu (başka harflerle) değiştirmek kabil olur mu? Bunun mümkün olmayacağını o bedbinler de bilirler, onların maksatları zaten bizi bölmek, bunun İçin ortalığa bu gibi bir meseleyi çıkarmışlar, bizim Avrupa-perest akılsız ahmaklarımız, olup olmayacağını, fayda ve zararını düşünmezler, yalnız o bedbinlerin sözlerine kapılır, “Böyle bir şey keşfettim” der, meydana çıkar. Bunlar hep körlerdir, onların bu sözlerine itibar olunamaz.

Onlar vatan düşmanlarıdır, zira düşmanların sözüne kapılmışlar. Dostlar ve dostluk fikrinde olanlar milletin harabına hizmet edemezler, milletin fikirlerini bu gibi ehemmiyetsiz şeylerle bölmek, milletin bir kısmını ayırmak, milletin harabına hizmet demektir. (Alem-i İslam Sahife; 387)

Harflerin esası, insan tabiatının gereği olarak meydana gelmiştir, mucidi ise tabiattır.

Şu halde bu harflerin değiştirilmesi beşer tabiatının değiştirilmesine bağlıdır ve tabiatın değişmesi derecesinde değişir.

Bunu isbata da o kadar hacet yok zannederim; bir adam kendi yazısına dikkat eder, çeşidi zamanlarda yazdığı mektuplarını nazar-ı dikkatten geçirecek olursa kâfidir, neşeli ve gayet ferahlı zamanlarında yazdığı ve kullandığı kalem ile tabiatının bozulduğu ve kederli olduğu zaman kullandığı kalem arasında gayet büyük bir fark bulacaktır.

Ayrı ayrı nazar-ı itibara alınarak umumi bir değerlendirme yapıldığında, milletlerin tabiatlarının, fertlerin tabiatlarından tecessüm etmiş bir âlem olduğu anlaşılır. Bir millet terakki edecek olursa, o milletin tabiatı günden güne olmasa da aydan-aya, seneden-seneye umumi tabiatta manevî bir meserret [sevinç] hissolunur, kendi kendine her işte terakki ve yükselme eseri görülür.

İşte böyle zamanda o milletin kullanmakta olduğu harflerinde de kendi kendine bir yükselme eseri görülebilir.

Bugün terakki etmiş bütün milletlerin bundan 200-300 sene evvel kullandıkları hatlar/yazılar ile, bugün mevcut yazılan mukayese olunursa, çoğunda kıyas kabul etmeyecek derece (de) büyük bir fark görülebilir, fakat harflerin esası yine aynıdır. Esasın değiştirilmesi lazım gelmez.

Şurasına da dikkat etmeli: Milletlerin içinde kullanılan resim-hat ile o milletin tabiatında gayet büyük bir manevî alaka vardır. Sağdan sola ve soldan sağa  doğru yazılar, yukarıdan aşağıya doğru yazmalar hep o milletin tabiatıyla alakalıdır.

Şarklı/ (doğulu) ların harfleri Şark tabiatına, Batılıların kullanmakta oldukları şekiller ve hatlar/yazılar Bati tabiatına uygundur.

Doğulularda fıtrî bir kuvvet vardır ki bu, Batılılarda hiç tasavvur olunamaz. Doğulular zahmetkeştir. Cihanda Doğu milleti için ağırlık/zorluk yoktur. Ne kadar ağır olsa bile tabiatı onu ağır görmez, zaten tabii olan şeyde ağırlık olmaz.

İşte şu 20-30.000 muhtelif şekillerden mürekkep Japon yazısı, Japonlar için gayet tabiidir.

B a k ı n ı z    b u g ü n    m  e m l e k e t i m i z d e    o k u m a – y a z m a   b i l m e y e n   a d a m   y o k,  tabii olmasa idi bu derecede yayılamazdı.

Bugün 50.000.000(luk) bir millete maarifi yayma vasıtalığı yapan, tabiatımıza gayet uygun gelen şu hiyerogliftir. Harfler ve yazı milletin ruhanî gıdasıdır.

Bizim Japonların cismanî gıdaları olan yiyeceklerimizle de Avrupalılar hayatlarını idâme ettiremezler; bizim Japonların yemekte oldukları yemek ile Avrupa milleti yaşayamaz, ama (bunlar) Japonlar için gayet mükemmel gıdadır.

En zengin bir Japon ile en fakir bir Japon arasında hiç fark yoktur, hatta Avrupa’da, Amerika’da tahsil yapanların, memleketimize döndüklerinde tabii gıdaları olan Japon yemeklerini tercih etmekte oldukları malumdur: Harflerimiz de aynen böyledir, maarif için gıdamızdır. Esasen değiştirilemez. Ama kendi kendine değişir, gelişir ve yükselir o başka bir meseledir. Hem de gelişmiştir ve gelişmektedir.

…Şimdi bizim gençlerimizin misyonerlerin fikirlerine kapılarak harflerin değişimi hakkında bir takım fikirlerde bulunmaları, âdeta tabiatın hilafına bir harekettir.

 2-3.000 sene zarfında milletimize tabiat olmuş bir şeyin aksine hareket etmek, hamiyetsizlikten başka bir hal değildir. Eğer hiyeroglif maarif ve terakkiye mâni ola idi, memleketimiz 50 sene zarfında bu dereceyi bulamazdı. Ben Ümit ederim Japonya daha 50 sene sonra kürre-i arzda birinciliği elde edecektir. (Alem-i İslam, Sahife:389)

Burada bir ara veriyoruz.

Lütfen, bu konuşmaların yapıldığı yılın, 1909 olduğunu ve Japonların, 106 yıl sonra (2016’da) geldikleri noktayı hatırlayınız. Bugün Japonlar dünyanın nakit zengini olarak, birçok Küresel Amerikan şirketinin sahibi olmalarının yanında; Amerika’dan daha fazla yüksek teknoloji üretmektedirler.

Prof. Takita devam etmektedir;

Aman gelecek Japonya bu hiyeroglif resmini bütün cihana teklif edecektir. Teklif etmekte haklı olur. Zira bu hiyeroglifte umumi bir menfaat vardır ki, insan bunu insaf ile düşünürse inkâra mecal bulamaz.

Bugün Japon-Çin-Kore lisanları üç lisandır. Bir Koreli konuştuğu zaman Japon ve Çinli bir kelime anlamadığı gibi, bir Çinli de konuşunca -aynı şekilde- ne Japon anlar, ne de Koreli. Fakat bu üç milletten biri kendi lisanı üzere hiyeroglif  hattıyla bir şey yazınca diğerleri de hep aynı mektubu kendi lisanıyla okur, bu ise meydandadır.

Eğer cüz’î bir ihtimam (özen) ile pek az da gayret gösterilirse, bu hiyeroglif hemen şu üç milleti birleştirecek. Koreli için Japon lisanını öğrenmeye hacet kalmadığı gibi, bir Japon için de Çin lisanı öğrenmeye lüzum görülmez. Hiyeroglif vasıtasıyla tercümansız fevkalâde konuşulur.

Bir Fransız, bir İngiliz, bir Rus kendi lisanıyla hiyeroglif … yazacak olursa, şüphesiz diğerleri -tercümeye gerek duymaksızın- okurlar. Böylesine büyük bir kolaylık meydanda iken bunu yaygınlaştırmak lazım gelmez mi? ‘Biz geleceğiz de bunu lağvedeceğiz’ (demek), ne kadar vâhî (saçma/ahmakça) bir düşünce!..

Biz vatanımızı-milletimizi muhafaza edecek isek, milletimize ait her ne var ise hepsini muhafaza etmeliyiz. Harflerimizin her bir kelimesi bizim için mukaddestir {Alkışlar). Biz şimdiki mevcut hiyeroglifin bir kelimesinin zayi olmasını istemeyiz. (Alem-i İslam: Sahife.390)

Profesör Takita, dehşetli alkışlar içinde konuşmasına son verdi.

Profesör Takita cenahlarının asıl konuşması gayet mufassal idi. Fakat ben bu kadar zaptedebildim.

Sonra ben bu hususta devlet adamlarından ve memleketin ileri gelenlerinden pek çok kimseyle hususi müzakerelerde bulundum.

Anladığıma göre misyonerler 1.000 sene daha çalışacak olsalar nafile ve boş yere çalışmış olurlar.

Hatta hükümet adamlarından biri dedi ki:

-“Bugün devletimizin bütün sırları bu hiyeroglif ile zaptedilmiştir, hatta hiyeroglif devletimizin manevî bir kuvvetidir. Bugün farz-ı muhal  millet hiyerogliften vazgeçse bile hükümet hiçbir vakit vazgeçemez. Aksine hükümetin bunu yaygınlaştıracağı mukarrerdir (kesinleşmiştir/karara bağlanmıştır)”. (1)

Önemine atfen konu ile ilgili bir örnekte Hindistan’dan verilmektedir.

HİNDİSTAN’DA LİSAN

Hindistan’da birçok lisan varsa da, bugün Urduca âdeta bir resmî dil şeklini alarak bütün Hindistan’a yayılmış ve tamamıyla umumi bir lisan olmuştur. Bundan başka Telnikan, Merhetî, Gucaratî, Sanskirit, Arabî, Fârisî, Efganî ve İngiliz lisanları da oldukça maruftur.

İngilizlerin işgaline kadar Hindistan’da resmî lisan Farsça imiş, şimdi Urduca’dır. Urduca eski lisan olmayıp, nihayet bundan 200 küsur sene evvel Şah Cihan devrinde meydana gelmiş bir yeni lisan olmakla beraber, az bir zaman içinde gayet geniş ölçüde yayılmış ve bugün 300.000.000 kadar insan arasında âdeta resmî bir lisan haline gelmiştir.

Ve bu lisanda pek çok günlük ve haftalık gazeteler çıkar ve Hindistan’da resmî evraklar Urduca’dır. Urduca’nin esası Arabî, Fârisî, Gucaratî, Merhetî, Sanskirit ve Türk dillerinden mürekkep müstakil bir dildir.

Zikri geçen dillerde zamir olarak hiye, hû ve hüve kullanılmış. Müslümanlar pek çok dînî kitapları Urduca’ya tercüme etmişler ve Kelam-ı Kadim de bundan 100 sene evvel eş-Şeyh Abdulkadir isimli bir zat tarafından Urduca’ya tercüme olunmuştur. (Alem-i İslam, Sahife:307)

Yalnız burada şunu da ilave etmek faydadan hâli olmaz, bugün İngilizlerin siyasî maksatları Hindistan’da Arab harflerini ortalıktan kaldırmaktır. Zira bu İslâm harfleri olduğu cihetleni ortalıktan kaldırmaktır.

Zira bu İslâm harfleri olduğu cihetle daima müslümanlann birbirlerine olan bağlarını muhafaza edermiş, bu zararı defetmek için ne vakit olursa olsun, bir zaman Arab harfleri Hindistan pazarından kaldırılacakmış, bu bozuk fikre dayalı olarak tüccarlar için kendi aralarında resmî yazışma ve câri hesapların Gucarat harfleriyle olması resmen teklif olunmuş, Gucarat harfleriyle yazılmamış bonoları ticaret mahkemesi tanımıyor.

Bu suretle Hindistan halkında olan ticarî kabiliyet de nazar-ı itibara alınarak uğursuz emelin bir an evvel meydana getirilmesi için bu usûl, tüccara teklif olunmuş, bundan sonra esnaf ve sanat ehline de teklif olunacakmış, böylece bozuk maksatlarına ulaşmak çabuklaşacakmış. Gucarat hattı da hiyeroglife yakın bir yazıdır..” (Alem-i İslam, Sahife:309)

Bu kısa girişlerden sonra;

-Japonların nasıl oldu da,  Milletlerin hayatında kısa sayılacak bir süre de, kendileri  sömürgeleştirmek isteyen dönemin süper devletlerini, hem ekonomi hem de bilgi-teknoloji üretiminde geçtiler? Sorusunun cevabını öğrenmeye başlayabiliriz.

www.canmehmet.com

Resim : Tarafımızdan düzenlenmiştir.

Yararlanılan kaynak;

(1) “Alem-i İslam”, Abdürreşid İbrahim.

Abdürreşid İbrahim, Türk Fikir adamı, seyyah ve yazarıdır. Aktarılanlar; Onun, 1907-1909 yıllarında Japonya-Kore-Hindistan vb. yaptığı seyahatin anılarıdır. Bu değerli ilim insanı, İdealleri uğrunda bulunduğu Japonya’da, (97 Yaşında) vefat etmiştir.) Allah ondan razı olsun. Allah rahmet etsin. Mekanı cennet olsun inşaAllah.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Anti-Spam Quiz:

*