Bu Cemaat O Cemaat değildir. Hangi Cemaatler İktidarı Paylaşır ? (4)

Osmanlının ilk döneminden itibaren cemaatler iktidarı paylaşmıştır. Bu gelenek 1453 Yılında Fatih’le değişir, ancak bunun intikamı Genç Osman’ı boğularak alınacak ve iktidar kalınan yerden paylaşılmaya devam edilecektir.

İktidarı paylaşma geleneği sadece bizde değil dünyada geçerli bir uygulamadır.

İlk üç yazıda yazdıklarımız toparlanacak ve bazı soruların cevabı ve yorumu konunun nazikliği açısından okuyana bırakılacaktır.

Cemaat konusunda ülkemizde iki temel dinamik vardır.

-Tarikatlar, asker, ulema ve sermayedarlar,

Sabetay Sevi ile birlikte yeraltına inen Sevi’nin inananları.

Zaman zaman bu dinamikler içerisine düştükleri durum nedeniyle diğerleri ile işbirliğine gitmişler veya arka planda çatışmışlardır.

Tarikatlar ve yönetime yönetici-asker-komutan veren aileler Osmanlının kuruluşundan itibaren Osmanlı hanedanı ile yönetimi-iktidarı paylaşmış, Fatih’in İstanbul’un fethi ile birlikte çok güçlendiğine inanan hanedan artık gücü diğerleri ile paylaşmak istememiş ve bu nedenle bir bahane ile o döneme kadar Osmanlıya birçok başarılı yönetici veren Çandarlılardan veziriazam Halil Paşa asılmıştır.

“Fatih, ilk tahta geçtiğinde ve İstanbul’un fethi sırasında sergilediği tutumlar nedeniyle, Çandarlı Halil Paşa’yı 10 Temmuz 1453 tarihinde Edirne’de idam ettirdi. Bazı kaynaklara göre Çandarlı Fatih’i sabırsız ve deneyimsiz buluyordu. Bu olay ile Fatih otoritesini pekiştirmiş oldu ve herkes genç hakana boyun eğdi.” (Babinger, Franz a.g.e. s.103)

İktidarı paylaşmamanın bir bedeli olarak yaklaşık 170 yıl sonra 1622 Yılında Sultan Genç Osman görünürde yeniçeriler tarafından boğularak öldürülecek ve iktidar paylaşımı (asker-ulema ve büyük aileler tarafından) kaldığı yerden devam edecektir.

Yakın tarihte Menderes’te iktidarı askerlerle (ve kimi cemaatlerle!) paylaşmadığı için İdam edilecektir.

İktidar paylaşımına bir örnek daha vererek diğer cemaate geçiyoruz.

“II.Abdülhamid tahta çıktığında Osmanlı İmparatorluğu büyük bir bunalım içindeydi. 1871’de Âli Paşa’nın ölümünden sonra saray ile Bâb-ı Âli arasındaki çekişme alevlenmiş, 1875’te devlet borçlarını ödeyemez hale düşerek Muharrem Kararnamesi ile moratoryum ilan etmiş, Rusya’nın başını çektiği Panslavizm akımının etkisiyle Balkanlar’da ulusal ayaklanmalar baş göstermişti. Yurt içinde meşrutiyet yanlısı görüşler güçleniyor, hatta padişahlığın tasfiyesiyle cumhuriyet ilânı fikri tartışmaya açılıyordu.”

Abdülhamid, tahta geçmeden Mithat Paşa’ya verdiği taahhüt uyarınca 23 Aralık 1876’da, ilk Osmanlı anayasası olan Kanun-ı Esasî’yi ilan etti. Meclis-i Mebusan ve Ayan Meclisi üyelerinden oluşan ilk meclis 19 Mart 1877’de açıldı. Böylece I. Meşrutiyet dönemi başladı. Padişah ile meclisin ülkeyi birlikte yönetmesi ilkesine dayanan anayasayla yargı bağımsızlığı ve temel haklar güvence altına alınmasına rağmen egemenliğin esas kaynağı yine padişahtı. Abdülhamid, Kanun-ı Esasî’nin 113. maddesiyle kendisine tanınan “idari sürgün yetkisi”ni kullanarak, daha meclis toplanmadan Mithat Paşa’yı sürgüne yolladı. (vikipedi)

Osman Selahaddin Dede Efendi

1819-1887; 1831’de genç yaşta Yenikapı Mevlevihanesi’nin şeyhi oldu. Şeyh Osman Dede Tanzimat dönemine damgasını basmıştır.

Sadrazamlık yapan Âli ve Fuad Paşa gibi Tanzimat’ın önde gelen simalarıyla yakın ilişkilerde bulundu. Yine kısa da olsa sadrazamlıkta bulunmuş olan Midhat Paşa’nın (1822-1884) yakın dostuydu. Meşrutiyet gibi önemli konuları görüştüler. Sultan V. Murad’ın tahttan indirilmesinde ve Sultan II. Abdülhamid’in tahta çıkmasında (1876) önemli rol oynadı.

Kanun-i Esasi’nin banisi Midhat Paşa prens Abdülhamid’in tahta getirme teşebbüsü görüşmelerinin ilkini Osman Dede’nin köşkünde yaptı. Abdülhamid’in saltanatına dair Şeyhülislam fetva veremeyince Şeyh Osman’ın otoritesi üzerine Abdülhamid sultan oldu. Abdülhamid’in Osman Dede ile baştaki iyi ilişkisi, sonra Midhat Paşa’dan dolayı kötüleşti. Abdülhamid, Midhat Paşa ve ona yakın olanları Sultan Abdülaziz’in tahtan indirilip öldürülmesiyle suçladı ve mahkemeye verdi. Bundan ötürü Sarayın Osman Dede ile olan irtibatı kesildi ve Mevlevihane gözetim altında kaldı.” (vikipedi)

Anlaşılan, 2. Abdülhamid bir pazarlık sonucunda tahta çıkabilmiştir. Ancak tahta çıktıktan sonra diğerlerini saf dışı etmiştir.

J. G. Bennett (1897-1974), Osmanlı’nın yıkılış ve cumhuriyetin kuruluş öncesi, İngiliz ordusunun işgali altındaki İstanbul’da istihbarat subayıdır. “Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Samsun’a gidişi için gereken vizeyi de, 16 Mayıs 1919’da, Bennett imzalamıştır. Özetle, Bennet, yıkılış ve dirilişin birinci dereceden tanığıdır.

Bennett’in, ilk baskısı 1974’te yapılan ve Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin yakın geçmiş tarihiyle ilgili önemli bilgilerin de yeraldığı Witness (Tanık) ismiyle yayınlanmış otobiyografisi vardır.

Bennett bakalım bizlerle ilgili hangi tespitlerini anlatmaktadır

-“İslam mistisizmi ile ilk tanışmam, günlük işlerin akışı içinde oldu. İslam yanlısı hareket Müttefikleri, özellikle de Hindistan, Malaya ve Afrika’daki Kraliyete bağlı yüz elli milyon Müslüman tebaasıyla İngiltere’yi teyakkuza geçirmişti.

Alman baskısı altındaki Türk Sultan ve Halifesi tarafından ilan edilen Cihad, yani Müslümanların kutsal savaşı başarısız olmuştu, ancak yankıları devam etmekteydi.

Ben Türkiye’ye geldiğimde, Bolşeviklerin, Müttefiklerin dikkatini Kafkasya ile İran üzerindeki planlarından başka tarafa çekmek için İslam taraftarlığını kışkırttığına dair yaygın bir inanç vardı.

Rusya’da henüz güçlü bir merkezi hükümet yoktu; ancak eski Rus gizli servisi, İngiliz olan her şeye amansız düşmanlığıyla, hala iş başındaydı.

İşgal Ordumuzun yetersizliğinden dolayı, Türklerin dini ayaklanma adı altında İstanbul’da bir darbe yapabilecekleri korkusu da hâkimdi.

O sıralar, bağımsız bir Kürdistan devleti kurma teklifimizle, Kürtlerle paslaşma halindeydik; (1920 ‘li yıllar) tabii Türkler bu öneriye büyük ihtimalle silahlı direnişle karşı koyacaklardı.

Dervişlerin nelerle meşgul olduklarını öğrenmek üzere talimat almıştım. Yüzyıllardır dervişlerin, yürüyerek ya da ticaret kervanlarıyla Müslüman dünyayı karış karış gezdiklerini öğrendim.

Bir derviş, kılık değiştirmiş bir gizli ajan, ya da bir tür dini-siyasi cemiyetin fanatik bir misyoneri olabilirdi. Başka bir önemli unsur derviş cemiyetleriydi; bunlar arasında en etkilisi olduğuna inanılan da Mevlevilikti…

İşte benim görevim de Mevleviliği araştırmak, Anadolu da bir Mevlevi tekkesini, yani ibadethanesini, ziyaret etme arzumu doğal karşıladı.

Özetlenirse : Osmanlı iktidarını tarikatlar ve (asker-ulema) bürokrasi ile paylaşmış ve İngilizlerde bu tarikatların içerisine bir şekilde sızarak ortak olmuştur.

Eski ajan Bennet ilerleyen dönemde sıkı ve ünlü bir -Mevlevi- Sufi! Olacaktır. Yazılarımızı okuyanlar çeşitli vesilelerle bunu kendi kaleminden de okumuşlardır.

Peki, günümüzde iktidarı kimler paylaşmaktadır?

Bunun cevabını vermeye kalktığımızda, bu yazının bir kitap olması gerekmektedir.

Bu nedenle cevabı birazda meraklıları için soruların içerisine yerleştirerek okuyana bırakıyoruz.

-1908 İttihatçı darbesini Selanik Musevi sermayesi (Sabetaycılar) desteklememiş, 2. Abdülhamid’i tahtan indirmemiş ve Cumhuriyeti ilan eden süreci başlatmamış mıdır?

Yakın zaman kadar ülkemizdeki (medya) sermaye, ithalat-ihracat geliri hangi cemaatler arasında paylaşılmıştır? Büyük sermayenin arka planında kimler vardır?

-İslam düşmanlığının arkasında çok açık olarak “Türkçülük” davasını güdenler mi vardır, Ünlü Türkçüler ve bu davayı güdenler kimlerdir?

-Musevilerin ve İngilizlerin Türkçülük ideolojisine özel ilgilerinin altında ne vardır?

-Halkın gerçek manası ile ne laik sistem ne de cumhuriyet yönetimi ile bir sorunu ve çekişmesi olmamasına rağmen kimler “İrtica var!” yaygarası ile uzun bir süredir halkı inim inim inletmekte ve devlet ile halkın arasına dikenli tel çekmekte, kalkınmamızı engellemektedir?

Bu ülke neden her türlü imkânına rağmen yakın zaman kadar ne tarım ne de sanayi toplumu haline dönüşememiştir?

-Sayısız matbaa olmasına ve okunmama nedeni olarak gösterilen eski harflerin değiştirilmesine, harf devrimine rağmen halk neden olması gereken derecede okumamaktadır?

Darbeler : Paylaşımdan pay alamayan (iç ve dış) kesimlerin asker üzerinden tekrar iktidara ortak olmanın en kestirme yoludur. Darbe için bahane olarak ileri sürülenlerin hepsi kocaman bir yalan ve aldatmacadır.

Ve merakımızdan sormuş bulunduk!

Madem (halkın) iktidarı paylaşılmakta, o zaman “sandık” sepet bir aldatmaca mıdır?

Yazının ilk bölümlerinde bahsedildiği gibi,

Hıristiyanlar İslam’ı bir hak din olarak görmedikleri için İslam’a ve inananlarına düşmandır.

Bu iddiaya da bir örnek verirsek;

Aşağıda nerede ise hepimizin ismini duyduğunu ancak okumamıza rağmen içeriğini fazla bilmediğimiz Dante’nin, “İlahi Komedya” isimli eserinden bir alıntı veriyoruz. (Sahife;232)

28

Onu görmek için olanca dikkatimi verince,

Bana baktı, göğsünü açtı elleriyle,

“Bak nasıl paralıyorum kendimi” dedi,

31

“Bak Muhammed de nasıl sakat edildi!

Önümde ağlayarak giden de Ali,

Çenesinden tepesine yüzü kesili.

34

Burada gördüğün öteki kişiler

Yeryüzünde bölücülük, bozgunculuk tohumu ektiler,

Bu nedenle ikiye bölündüler.

Hz. Muhammed (s.a.v) ; O dönemde (1265-1321 Yılları) Müslümanlıkla Hıristiyanlık arasında yaşanan çatışmaların etkisiyle, Dante, İslam dininin peygamberi Hz Muhammed’i, (s.a.v) Hıristiyanlık varken yeni bir din kurduğu için “bölücü” olarak değerlendiriyor; oysa Hz Muhammed (s.a.v) Hıra dağında Cebrail’in getirdiği “vahiylerle” peygamber olmuştur. İslam büyüklerine karşı saygılı davranan (sahife, 60, beyit 142) Dante’nin buradaki fanatik tutumunu anlamak kolay değildir.

Bu anlayış benzer nedenlerle Museviler için de öyle diyelim.

Hatta Sabetay Sevi’den dolayı kimi Müslüman olmuş Musevilerinde kızgınlığını! bir dereceye kadar anlayalım.

Anlaşılmayan,

“Türk” ve kimi “Müslüman!” olanlar neden İslam’a düşmandır?

Evet, Neden?

Gülen Cemaati mi?

Dün bir, bugün iki…

Daha onların terleri kurumadı!

www.canmehmet.com

Resim : Tarafımızdan düzenlenmiştir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Anti-Spam Quiz:

*