Atatürk’ün Uşağının Gizli Defteri : “Selanik’ten Ne Çıkar…!” (4)

İçerikte bilgiler birçok ezberi bozacağı ve öneminden dolayı okuyanlara önce kaynağımızın ve yazarının bilgilerini, yazarın kendi kaleminden aktarıyoruz. Ki; Tartışanlar bilgilerin hangi kaynaktan sağlandığını ve doğruluk derecesini bilsinler. (*)

“İzmir Suikasti” Gerçekte bir “intikam operasyonu” mudur? Bir suikast mı?

“..Mustafa Kemal, Afyon’un ‘Karahisar’ının altındaki belediye binasında karargâhını kurmuş, ordusunun büyük kısmı ve memleketin üst yanıyle telgraf bağlantısını tekrar sağlamıştı. Nazar boncuğu gibi yanına çağırttığı Halide Edip, onu orada, o gece bir çift lambanın ışığında Fevzi Paşa ile beraber gördü. Kendisini selâmlamak için ilerlerken öyle coşkun ve sevinçli bir hali vardı ki, Halide Edip’in görüşüne göre ‘Başında yüz güneş birden doğmuş gibi yüzü parlıyordu. Sesinin tonu, el sıkışı içindeki coşkunluğu ortaya vuruyordu.’ Bir ‘devrdaim’ makinesi gibi kendi kendini besleyen sonsuz bir irade gücüne sahip bir adam. Halide Edip’in tebriklerine, bir kaplanın sesini andıran kocaman bir kahkahayla cevap verdi…

-‘Evet, nihayet bu işi yaptık.’

Fevzi Paşa keyifli zamanlarında da yaptığı gibi sağ göğsüne vuruyor ve dişlerini emiyordu. Ortada aşırı bir dostluk havası vardı. Halide Edip, geçmiş günlerde neler çekmiş olduklarını düşünerek, Mustafa Kemal Paşa’nın neşesinden ferahlık duyuyordu.

-‘İzmir’i aldıktan sonra artık biraz dinlenirsiniz Paşam. Çok yoruldunuz.’

-‘Dinlenmek mi? Yunanlılar’dan sonra birbirimizle kavga edeceğiz, birbirimizi yiyeceğiz.’

-‘Niçin? O kadar yapılacak iş var ki!’

-‘Ya bana muhalefet etmiş olan adamlar?’

‘Bu, bir Millet Meclisinde tabiî değil mi?’

-Şakacı bir tonla konuşuyor, Halide Edip’in yufka yürekliliğiyle alay ediyordu. Lâkin siyasî düşmanlarından ikisinin adını anarken gözlerinde intikamcı bir ışık parlamıştı.

-‘Bunlar halk tarafından linç edilmeye lâyıktır. Hayır, dinlenecek değiliz, birbirimizi öldüreceğiz… Kavga sona erince canımız sıkılacak, bize heyecan verecek başka bir şey bulmamız gerekecek. Hanımefendi…” (1)

...lâkin Miralay Arif ona alaylı bir şekilde takılmıştı:

-“Bu memlekette sebepli sebepsiz ölüme gönderebilecek yeteri kadar adam bulabilirsin. Kimse çıkıp da insan hayatının hesabını sormaz!” (2)

Mustâfa Kemal, elindeki kuvvetlerin durumunu, her birliğin gücünü, arazi üzerinde almış olduğu yeri, başındaki komutanın ne kıratta bir adam olduğunu en ince ayrıntılarına kadar ezbere bilirdi. Her akşam, savaş raporlarını okurken, işlenmiş en ufak bir yanlışı bile gözünden kaçırmazdı. Askerlik eğitimini Almanya’da yapmış olan Albay Arif de kendisine yardımcı olurdu. O da arazinin özelliklerini, subay ve erleri iyi tanıyordu. Halide Edip, ikisini şöyle anlatır:

Paşanın omuzları üzerine eğilir, ona tıpatıp benzeyen bir ikiz kardeş / gibi, alçak sesle: “Filan kasaba on kilometre kuzeydedir, derdi, solunda iki tepecik vardır.”

-“Mükemmel. Alay komutanı nasıl?”

-“Odun gibi. Aptalın biri. Yalnız, askerliğine diyecek yoktur! Sonra askerler de savaş görmüş, tecrübeli erlerdir. Topçu ateşinden filan korkup kaçacak cinsten değil. Cephaneleri bitse bile, süngüyle döğüşürler; komutanları da, erler de..” (3)

‘ İzmir duruşmaları bütün suikastçileri temizlemiş ve Gazi’nin karşısındaki Terakkiperverlerin muhalefetini de susturmuştu. Zira bundan sonra paşalar ve arkadaşları gerçekten, politika alanından silineceklerdi. On beş gün sonra Ankara’ da başlayan davanın amacı da, Gazi’nin geri kalan düşmanlarını, İttihat ve Terakki üyelerini ortadan kaldırmaktı. Suçlular, en başta gelenleri Cavit ve doktor Nazım olmak üzere, elli kadardı. Buradaki suç nedeni, Mustafa Kemal’in canına kasit değil, fakat rejimi devirmeye yönelmiş siyasî bir teşebbüstü.

Bu, İttihatçılarla Milliyetçiler, Envercilerle Kemalciler arasında sürüp gitmiş ve Türk İhtilâl hareketini ikiye bölmüş olan bir düşmanlığın son noktasıydı. Gazi, İttihat ve Terakkiden artakalanları bir bakıma kendi özel açısından, o kafasından bir türlü çıkmayan eski çekişmelerin, kavgaların, entrikaların hatırası ile değerlendiriyor; ama bir yandan da onları politika açısından, sadece kişisel çıkarlara bağlı, köklü bir millî programdan yoksun bir rejimin artıkları olarak görüyordu.

Hâlâ birtakım para kaynaklarıyle beslenen ve yeraltı siyasal entrikaları iyi bilen liderler tarafından yürütülen partiden geri kalan ne varsa, bundan dolayı, kendi rejiminin kaçınılmaz düşmanıydı. Gazi, İttihatçılar büsbütün ortadan silininceye kadar, tam bir güvenlik duygusuna kavuşamayacaktı. (4)

… Rauf Beyden başka altı kişiye onar yıllık sürgün cezası verildi. Cavit, Nazım ve iki İttihatçı lider daha ölüm cezası giymişlerdi. Böylece eski hesaplar görülmüş, eski laflar gerçekleşmiş oluyordu. Dünya Savaşının ilk günlerinde, Mustafa Kemal Cavit için de, Nazım için de

-‘Böyle adamları asmak gerek!’ dememiş miydi?

 – Cavit, Bulgaristan’dan yiyecek satın alma isteğini geri çevirdiği, Nazım da Enver Paşa ile terfiini engellediği için. Nazım son zamanlarda onunla, dostlarını hapse atarak büyüyen ‘Küçük Napolyon’, ‘Gazoz Paşa’ diye açıkça alay da etmişti. İsmet Paşa da Cavit’le, Hüşeyin Cahit’e, Lozan’daki politikasını engelledikleri için kırgındı – ama; gazetelerin baskısı karşısında Cahit’in kurtulmasını sağlamayı başarmıştı.

Ölüm cezası o gece, Ankara’nın merkezinde yerine getirildi. Cavit, kaderine sükûnetle boyun eğdi. Darağacının altına gelince, ceza evi doktoruna, Hüseyin Cahit’e kurtulduğu için tebriklerini bildirmesini, karısını ve çocuğunu kendi yerine öpmesini, Gazi ile yargıçlara selâmlarını götürmesini ve giydiği hükmün bütün hukuk kurallarına aykırı olduğunu eklemesini söyledi.

…Doktor Nazım’ın kayınbiraderi ve eski hovardalık arkadaşı Haricîye Vekili Tevfik Rüştü, bu yemeğe katılmamayı daha uygun bulmuştu. Gazi bir iki gün sonra öğle yemeğine ona gitti. Ailesinin uğradığı kayıptan dolayı üzüntülerini bildirdi ve Tevfik Rüştü’nün, dışarıda olduğu için, izleyemediği duruşmanın nedenlerini kendisine anlattı. İş öyle bir yere gelip dayanmıştı ki, Meclis’teki iki gruptan birinin ortadan kalkması gerekli olmuştu. Mesele mahkemeye verildiği için vicdanı rahatsız değildi. Ama, daha sonra raporları okurken, bir tiksinme jesti yaparak, Kılıç Ali’ye bütün bu hikâyenin ‘çok tatsız’ bir iş olduğunu söyledi. (5)

Bu işte kullanılan aracın ömrü uzun sürmedi. İstiklâl Mahkemelerinin böylece siyasal amaçlar uğruna kötüye kullanılan yetkisi öylesine gelişmişti ki devletin içinde ikili bir otorite tehlikesi ortaya çıkmıştı – bir yandan mahkeme yargıçları, öte yandan Gazi’nin vekilleri. Bu, İsmet Paşayı sinirlendiriyor ve hükümette iş görmesini engelliyordu. Bir süre sonra artık dayanamayıp Gazi’yi bu mahkemeleri dağıtmak zamanının geldiğine inandırdı. Bir akşam, Çankaya’da bir toplantıda Gazi laf arasında ‘Kel Ali’ ye :

-‘Senin mahkemeyi kaldırmaya karar verdim, dedi. Artık lüzumu kalmadı.’

Kel Ali, sorunu inceleyeceğini ve raporunu Gazi’ye sunacağını söyledi.

-‘Rapor mu?’ dîye bağırdı Gazi,

-‘Ne raporu? Sorunu ben kendim inceledim. Senin mahkeme yarın kalkmış olacak.’ (6)

Peki, Mustafa Kemal Paşa’ya;

-“Bu memlekette sebepli sebepsiz ölüme gönderebilecek yeteri kadar adam bulabilirsin. Kimse çıkıp da insan hayatının hesabını sormaz..” diyen Miralay Arif Bey ne olmuştur?

-“1926 yılında İzmir Suikastı davasında suçlu bulunarak idam edildi.”

**

Bu noktada sözü Atatürk’ün Uşağı Cemal Granda’ya bırakıyourz;

-Selanik’ten ne çıkar…

Atatürk uysal bir  insan  değildi.  Hatta haşin olduğu   dahi   söylenebilir.   Böyle   olduğu   halde   çok   terbiyeli,   çok   olgun,  çok  merhametli, çok hoşgörülü bir insandı. Temiz kalpliydi, alçak gönüllüydü. Gösterişten, uzaktı. Vazife başında lâubaliliğe yer vermez, fakat özel yaşantısında  sevdiklerinin  nazını çekerdi. Dostlarına,  arkadaşlarına  vefalıydı.  Zaten   Atatürk’ün   en   büyük  üstün   hallerinden   biri   de   kin ve garaz gibi insanî duyguların  üzerine  çıkabilmiş olmasıdır. Bağışlamıyacağı suç yok gibiydi. Bir çok hataları gördüğü halde, görmemezlikten gelirdi. Kin tutmaz, çabuk affederdi. Kimleri, ne  zaman  affedeceğini  de  çok  iyi bilirdi.  Hırsı çok çabuk geçerdi.

Bir gün Çankaya’da eski köşkte Selânikli berber Mehmet ve berber Rıdvan’la antrede oturmuş konuşuyorduk. Berberlerin ikisi de Atatürk’ün hemşehrisi olduklarından   kendilerini   imtiyazlı   sayarlar,   yüksekten konuşurlardı. Bu  şekilde  -şaka  da  olsa-  böbürlenerek dolaşmalarına, kendilerine poz vermelerine çok tutulur, fakat yine de renk vermemeğe  çalışırdım.  Fakat bütün dikkatime rağmen aramızda yine de tartışmalar  eksik  olmazdı.

O gün yine onlar zayıf tarafımı bulmuşlar, bana şakadan takılıyor :

Biz Selânikliler olmasaydık, siz kurtulamazdınız...

Diyorlar,  ben  de  cevap  olarak :

Biz kendi kendimizi kurtardık. Selanik’lilere ihtiyacımız yok. Hem Selanik’ten çıksa çıksa Yahudi çıkar...   Diyordum.

O sırada merdivenleri yavaş yavaş inen Atatürk’ü görmemiştik Konuşmalarımıza istemiyerek kulak misafir i  olmuş  ki,  o  akşam  sofrada   bir   Selânik’li   olan Nuri  Conker’e  damdan  düşer  gibi  sordu:

Nuri Bey,  Selanik’ten ne  çıkar ?

O anda beynimin karıncalandığını duyar gibi oldum. Demek korktuğum sonunda başıma gelmiş, Atatürk antrede  konuştuklarımızın hepsini  duymuştu.

Nuri Conker, Atatürk’ün nazını çektiği, kaprislerine katlandığı eski bir çocukluk arkadaşı olduğu için, aklına eseni söylemekten çekinmeyen  biriydi.  Elde  ettiği aşırı imtiyazlar  yüzünden  ciddi  ciddi “Sen  çekil de, biraz da biz Cumhurbaşkanlığı yapalım” diyecek kadar ileri gittiği zamanlarda bile Atatürk gülüp geçer, işi şakaya boğardı. Fakat bu  seferkinin  şakaya gelir  yanı  yoktu.

Nuri Conker, sanki bütün konuştuklarımı biliyormuş ta, beni korumak kararını vermişçesine :

Bol Yahudi çıkar   Paşam…   Demesin mi? Bunun üzerine Atatürk,  yüzünde  alaylı bir gülümsemeyle daha önce  kulağına  çalınmış dedikoduların tümüne karşılık  verdi :

Benim için de bâzı kimseler -Selanik’te doğduğumdan –  Yahudi olduğumu  söylemek  istiyorlar.  Şunu unutmamak lâzımdır ki, Napoleon da Korsika’lı bir İtalyan’dı . Ama Fransız  olarak  öldü  ve  tarihe  Fransız olarak geçti. İnsanların içinde bulundukları cemiyete çalışmaları  lâzımdır.

O  günkü  kadar  utandığımı  ve  Atatürk’ün  karşısında küçüldüğümü oniki yıllık hizmetim süresince hiç hatırlamıyorum. Belki  de  ömrüm  boyunca  benim  için en  büyük  utançta  bu  olmuştur.  O  günden  sonra   Selanik kelimesini bir daha  ağzıma  almadım..”(7)

-Devam edecek…

www.canmehmet.com

Açıklamalar :

Resim/Başlık : Görsel web ortamından alınmış ve tarafımızdan düzenlenmiştir.

(*) Lord Kinross Kimdir;

Patrick Kinross, bilinen adıyla Lord Kinross, (d.1904 – ö.1976) İskoç soylusu yazar. Mustafa Kemal Atatürk hakkındaki biyografisi ve Ortadoğu ülkelerine ilişkin diğer eserleriyle ün kazanmıştır. Bu eserlerinden biri de pek çok otorite tarafından beğeni kazanmış “Osmanlı İmparatorluğun Yükselişi ve Çöküşü” kitabıdır. İkinci Kinross Baronu Patrick Balfour’un oğlu, eski başbakan ve 1. Dünya Savaşı yıllarında Dışişleri Bakanı olan Arthur Balfour’un akrabasıydı. Oxford’da okudu...1952’de İngiltere hükümeti tarafından Atatürk hakkında bir biyografi yazmakla görevlendirildi. 1960’ta yayımlanan kitabı Atatürk hakkında bugüne dek yazılan en başarılı biyografilerden biri olmakla birlikte, yer yer eleştirellikten uzak tavrı nedeniyle eleştirilmiştir…” (Vikipedi)

Ve Lord Kinross yazdığı kitap hakkında neler söylemektedir?

“TEŞEKKÜRLER…

En başta, Çankaya’daki Cumhurbaşkanlığı arşivlerinden yararlanmama izin verdiklerinden ve araştırmalarıma yardımcı olduklarından dolayı Başkan Gürsel’e ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine teşekkürlerimi sunmak isterim. Atatürk’ün savaş alanlarıyla memleketin diğer bölgelerini gezmemi kolaylaştıran ve gerekli fotoğrafları veren Turizm’ ve Tanıtma Bakanlığına da ayrıca teşekkür ederim. Yine bilgi ve resim sağlamak ve çalışmalarımı teşvik etmek suretiyle yardımda bulunan Ankara Üniversitesi inkılâp Tarihi Bölümü Başkanı Profesör Enver Ziya Karal’a da teşekkür borçluyum.

İngilterede teşekkür etmem gerekenler: 1920-24 yıllarında îstanbulda Büyükelçilik eden babası müteveffa Sir Horace Rumbold’un dosyalarından beni yararlandıran Sir Anthony Rumbold, Bt, CB., CMC; yayınlanmamış olan Naval Memories- Bahriye Hatıraları’nı bana okutturan Amiral Sir Bertram Thesiger, KBE, CB; CMG; Atatürk’ün yayınlanmamış  Gelibolu Hatıralarını veren Alan Moorehead; Ali Fuat Cebesoy’un Moskova Hatıraları’nın henüz yayınlanmamış olan İngilizce çevirisini veren Manchester Üniversitesinden J.D. Latham’dır.

Aynca Amiral Bristol’ün evrakını okumama izin verdikleri için Washington’daki Kongre Kütüphanesine; bazı resmî kayıtlan okumamı sağladıkları için gene Washington’daki Millî Arşiv Dairesinin Dışişleri Bölümüne; Büyükelçi Grew’in evrakından yararlanmamı sağlıyan Harvard Üniver- sitesi Widener Kütüphanesine; Louis E. Browne’un evrakından yararlanmamı sağlıyan Kaliforniyadaki Stanford Üniversitesi, Hoover Kütüphanesine; Kemalist Hükümetle Bombay’daki Hilâfat Fırkası’nın ilişkilerini belirten evrakı okumama izin veren İstanbul’daki Pakistan Basın Ateşesi S. Hasan’a teşekkürlerimi bildiririm.

Konumla ilgili sözlü yardımları için aşağıdaki kimselere teşekkür borçluyum.

Türkiyede, İsmet İnönü, merhum Rauf Orbay (Hüseyin Rauf) merhum General Refet Bele (Refet Paşa), General Ali Fuat Cebesoy (Ali Fuad), Tevfik Rüştü Araş, Bayan Fethi Okyar, Osman Okyar, merhum Bayan Halide Edip Adıvar, Falih Rıfkı Atay, Kılıç Ali, Hasan Riza Soyak, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Bayan Ruşen Eşref Ünaydın, Dr. Afetinan, Bayan Sabiha Gökçen, Hamdullah Suphi Tannöver, merhum Hasan-Ali Yücel, Behiç Erkin, Fuat Bulca, Tevfik Bıyıklıoğlu, İsmail Hakkı, Kâzım Özalp, Fuat Köprülü, Şakir Zümre, Yusüf Kemal Tengirşenk, Dr. Hüseyin Pektaş, Ahmet Adnan Saygun, Uluğ iğdemir, Cevat Dursunoğlu, Ahmet Emin Yalman, Şevket Süreyya Aydemir, Kadri Cenani,  Ahmet ve Abbas Celâl, Behçet Kemal Çağlar,  Dr. Akdes Nimet Kurat, Bayan Esma Nayman, Bayan Leylâ Çambel, Bayan Şefika Urgan ve Bayan Süreyya Ağaoğlu.

Başkaca teşekkür etmeği dilediklerim: HRH Windsor Dükü, Türkiyedeki eski İngiliz Büyükelçilerinden müteveffa Sir Percy Loraine ve Sir Knox Helm, eski Fransız Büyükelçisi Mösyö Ponsot, Eski İran Büyükelçisi General Hasan Arfa, eski Polonya Büyükelçisi Mösyö Sokolnicki, General Rangabe, ve Atinadan A.A. Pallis, Sofyadan Madam Dayanova ve Simeon Radev; Istanbuldan Yüzbaşı Webb Trammel, Edward Whittall ve Sami Günzberg; Lady (Charles) Townshend, Mrs. Ethel McLeod-Smith, müteveffa Sir Clifford Heathcote-Smith, Albay J.C. Petherick, J.G. Wilson-Heathcote, J.G. Bennett ve Mrs. S.F. Newcombe.

Başkaca yardımlarını gördüklerim: Nejat Sönmez, Yusuf Mardin, Sofyadan L.T. Naslednikov ve N. Todorov, Paristen  B.T. Naslednikov, Dr. Tayyîp Gökbilgin, Kemal H. Karpat, Satvet Lütfi Tozan, Reşit Saffet Atabinen, Özcan Ergüder, Yüzbaşı İrfan Orga ve eşi, müteveffa Dr. Ernest Altunyan, Albert Hurani, Münster’den Dr. Gotthard Jâschke, Harvard Üniversitesinden Sir Hamilton Gibb, Princeton Üniversitesinden Dr. L.V. Thomas, New York’taki Columbia Üniversitesinden Dr. Dankwart, A. Rustow ve Dr. J.C. Hurewitz; Salt Lake City Üniversitesinden Dr. Frederick  P. Latimer, Rutgers Üniversitesinden Dr. Walter F. Weiker, Ankara’dan Lawrance Moore, New York’dan Mrs. John Earl Davis, Türkiyedeki eski Fransız Büyükelçilerinden M. Gaston Bergery, eski İngiliz Büyükelçilerinden Sir James Bowker ve Sir Bernard Burrows, Mr. Ve Mrs. Geoffrey Lewis ve İstanbul’daki İngiltere Başkonsolosluğundan John Hyde.

Mrs. St. George Saunders İngiliz basın kaynaklan alanında yaptığı araştırmalarla bana değerli yardımlarda bulunmuştur. Ankara’dan Bayan İçten Erkin ve Bilge Karasu da Türk kaynaklarını sabırla okuyup İngilizceye çevirerek bana yardım ettiler. Hepsinden üstün olarak benim adıma uzun süre canla, başla çalışıp araştırma, okuma ve çeviriler yapan İstanbul Üniversitesi İngiliz Edebiyatı Profesörü Dr. Mina Urgan’a sonsuz minnetlerimi sunarım. Onun yorulmak bilmez, titiz ve bilgili yardımı olmasıydı bu kitap bu şekli alamazdı…” (Lord Kinross)

Kaynaklar;

(1) Lord Kinross,“ATATÜRK  BİR MÎLLETİN YENİDEN DOĞUŞU” Sahife;480

(2) Arif, 1926 da İzmir mahkemeleri sonunda idam edilmiştir. (Kaynak; Lord Kinross, II. Cilt, sahife; 425-426)

(3) Lord Kinross, II. Cilt, sahife.426

(4) A.g.e. Sahife;654)

(5) A.g.e. Sahife;656

(6) A.g.e. 2.ci kitap,Sahife;656

(7) “Atatürk’ün uşağı’nın gizli defteri” Cemal Granda.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Anti-Spam Quiz:

*