“Aselsan Cinayetleri”: Askeri ve Sivil Teknoloji Üretmemizi Engelleyenler (3)

“Savunma Sanayii Müsteşarlığı’nda görevli bir mühendis, silah alımlarına ilişkin detaylı bir dosyayı, bir suç duyurusu ile birlikte savcının masasına bırakır. İddia : 28 Şubat’ın kudretli Paşaları , ‘kaynakları, yurt dışı(ndan) ‘hazır alım’a yönlendirerek, ülkenin ekonomik dengelerinin bozulmasına yol açtırdığını ve ekonomik bunalımı derinleştirdiğini, bunun sonucunda da Türkiye sanayiinin yakaladığı büyük şansı, yurtdışına; ‘hazır alım’a yönlendirerek, tehlikeye atttığı’dır.” (1)

Konuyu açmadan önce, özellikle Türkiye gibi coğrafi konumu çok önemli stratejik bir noktada olan bir ülkenin, neden yüksek askeri teknolojiyi üretmek ve geliştirmek zorunda olduğu açıklanmasına ihtiyaç duyulacaktır.

Bu konuda önce Rus ilgilileri dinliyoruz :

“…Türkiye’nin bölgedeki temel rakibinin İran olduğunu hatırlatan (Rus) Frolov, ‘İran, oldukça güçlü hava kuvvetlerine sahip. Bunun yanında İran, olası saldırıya karşı kendini savunacak yetenekte; geçen yıl Rusya bu ülkeye, 4 takım S-300 PMU2 sistemi teslim etti. Ankara ayrıca, uzun menzilli taktik füzelere sahip Şam ile ilişkilerde gerilim yaşıyor. Türkiye’nin hava savunma sistemleri ise bariz biçimde zayıf ‘ dedi.

Türkiye, ABD yapımı MIM-14 ile MIM-23 ve İngiltere yapımı kısa menzilli Rapier hava savunma sistemlerine sahip. Bu sistemler, 1950-60’lı yıllarda geliştirilmiş ve günümüzde eski olarak görülüyor. Bu bağlamda Ankara’nın çok daha güçlü silahı elde etme isteği şaşırtıcı değil.

‘EN ERKEN 2020-2022 YILLARINDA GERÇEKLEŞEBİLİR’

Türkiye’nin, ABD ve Avrupalı üreticilerle Patriot ve SAMP/T görüşmelerinin laf ötesine geçemediğini hatırlatan Frolov, ‘Rus S-400 alımına gelince de; Türkiye bu konuyu, ilişkiler bozulmadan çok önce defalarca gündeme getirmişti. Açıkçası ben bu sistemleri satabileceğimizden çok kuşkuluyum. Büyük ihtimalle Erdoğan, bu açıklamalarıyla NATO’daki partnerlerine baskı uygulamaya ve şantajla Avrupa ve ABD yapımı hava savunma sistemlerinin alımı için çok daha elverişli koşullar sağlamaya çalışıyor’ yorumunda bulundu.

Anlaşma sağlansa dahi, Türkiye’nin bir dizi sorunla karşı karşıya kalacağını kaydeden gazeteci, bu konuyla ilgili şu değerlendirmede bulundu : ‘Öncelikle, son yıllarda Ankara’yla arası açılan diğer NATO üyeleri, S-400 alımına onay vermez. İkincisi, Rus sistemlerinin NATO’nun birleşik hava savunma sistemine dahil etmek ve Batı yapımı sistemleriyle uyumu sağlamak hiç kolay olmayacak. Üçüncüsü de eğer böyle bir anlaşma imzalanırsa, Türkiye ilk sistemleri ancak yıllar sonra alabilecek. Çin ile S-400 görüşmelerimiz 3 yılı aşkın sürdü. Türkiye’yle daha hızlı çalışabileceğimize inanmıyorum. Bu yüzden ABD’nin bizim ileri teknolojimizi ele geçirebileceğinden korkmayabiliriz. Eğer S-400 Türkiye’ye satılsa da, bu en erken 2020-2022 yıllarında gerçekleşebilir. O zamana kadar da Rus ordusu, daha gelişmiş S-500’leri alacak.’ ” (2)

Peki Türkiye, keyfinden mi Rus Füzesi almaktadır ?

“Amerika’ya Kızıp, Rus Füzesi Almak

…asıl neden, ABD’nin Türkiye’ye Patriot füzeleri satmayacağının çoktan anlaşılması… Şunu hemen söyleyelim, Rus S-400 füzeleri gibi, eğer olabilseydi, ABD Patriot füzeleri de geçici çözüm olacaktı. Ama NATO müttefiki olduğu halde, ABD de Patriotlar konusunda teknoloji transferi, ortak üretim, milli yazılım gibi konulara kapalıydı ve tekrar edelim, Türkiye bu koşulları kabul edip almak istese bile Kongre vermeyebilirdi; muhtemelen vermeyecekti.

Türkiye neredeyse on yıl boyunca ABD’den PKK ile mücadelede kullanılmak üzere sadece iki adet silahlı insansız hava aracı satın almak istedi, tekrar ediyorum, iki. Yıllarca geri çevrildi bu talep.

Sonunda ABD’deki yüksek teknoloji üniversitesi MIT’te eğitim görmüş genç bir mühendis, Selçuk Bayraktar, babasıyla kurduğu imalathanede bunu başardı (sonra da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kızı Sümeyye Erdoğan-Bayraktar ile evlendi); şimdi Türkiye kendi insansız hava araçlarını kullanıyor…” (3)

Bu bilgilerden sonra, yazı dizimizin geçen bölümünde kalmış olduğumuz yerden devam ediyoruz :

Örnek 2 : “Savunma Sanayiini…” 28 Şunat’ın Kudretli Paşaları Bitirdi’’

“…Taraf Gazetesi Ankara Temsilcisi Lale Kemal, 14 Nisan 2012 tarihinde ilginç bir yazı kaleme aldı. Kemal, 28 Şubat sürecinin Savunma Sanayini bitirdiğini öne sürdüğü yazısında… : ‘Savunma Sanayii Müsteşarlığı’nda görev bir mühendis, daha Ergenekon davası bile başlamadan 2006 yılında, pek çok komutanın dahil olduğu silah sanayiinde, ülkeye oldukça yüklü bir maliyete yol açan silah alımlarına ilişkin detaylı bir dosyayı, dönemin Ergenekon soruşturmasını yürüten Savcı Zekeriya Öz’e de sunmuştu.

Bu mühendis, 28 Şubat’ın Kudretli Paşası’na yönelik suç duyurusunda :

‘…..sanayide istihdama ve yatırıma harcanacak kaynakları, yurt dışı(ndan) ‘hazır alım’a yönlendirerek, ülkenin ekonomik dengelerinin bozulmasına yol açmış ve ekonomik bunalımı derinleştirmiştir. Tank ve helikopter gibi ana platformların 30-40 yıl kullanılacak olması nedeniyle, Türkiye sanayiinin yakaladığı büyük şansı yurtdışına; ‘hazır alım’a yönlendirerek tehlikeye atmıştır.’

Aynı mühendis, ….. 1997 yılında, 632 milyon dolara İsrail’e 54 adet F-4 savaş uçağı modernizasyonu ve 2002 tarihinde 687.5 milyon dolara yine İsrail’e verilen M-60 Tank Modernizasyona ihalelerinin mercek altına alınmalarını talep etmişti. Mühendisin suç duyurusundan bir başka bölüm de şöyleydi :

‘1996-1998 döneminde (Genelkurmay’ın kudretli Paşası) 1996 yılında, 25 yılda 150 milyar dolarlık savunma tedarik bütçesi açıkladı. Bu proje kapsamında ülke menfaatlerine aykırı olarak Savunma Sanayii Müsteşarlığı’nın lağvedilip, askeri alımların üst rütbeli subaylardan oluşan bir üst kurul tarafından tek elden gerçekleştirilmesi yönünde çalışmalar yapmıştır. ‘Kudretli Paşa’; F4, F-5 ve M-60 tankları ihalesinde doğrudan devreye girdi. 1997’den itibaren müsteşarlığın üst yönetimine emekli generalleri yerleştirdi.’ ” (4)

..

Türkiye, Batılılaştığını (gerçeğinde ise çağdaşlaştığını) zannederken; aslında Batı tarafından çok uzun süredir uyutulduğunu ve Türklerin (gönüllü) olarak mışıl mışıl uyuduğunu ne zaman fark etti ?

“Kırılma Noktası : Kıbrıs Harekatı

1964 yılında Kıbrıs bunalımı sırasında, müttefik ülkelerden alınan savunma teçhizatının, Türkiye’nin ulusal çıkarları doğrultusunda kullanılması gündeme geldi. Ancak ortada bir sorun vardı. Silahları veren ülkeler, Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahale etmesine karşı çıkıyordu. Başta ABD olmak üzere, bazı müttefik ülkelerce çıkarılan engeller sebebiyle, savunma ihtiyaçlarının karşılanmasında diğer ülkelere mutlak bağımlı hale gelmenin sakıncaları da net bir şekilde anlaşmıştı.

Türkiye, silah konusunda tamamen dışa bağımlıydı. Bu durum, Türkiye’de modern bir savunma sanayii altyapısının kurulmasına yönelik politikaların temelinin atılmasını sağladı. Mayıs 1965’te Türk Donanma Cemiyeti kuruldu. “Kendi Gemini Kendin Yap” kampanyaları ile halktan bağışlar toplandı. Cemiyet, 6 Şubat 1972 tarihinde kapatılarak yerine, 11 Mart 1972 tarihlinde “Türk Donanma Vakfı’ kuruldu. 1970 yılında da “Türk Hava Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı’na dönüştürüldü.

1974 Kıbrıs harekâtı sırasında, dışa bağımlı savunma sanayinin, Türkiye’ye kaybettirdikleri daha net ortaya çıktı. Özellikle haberleşmede o kadar büyük zaaflar söz konusuydu ki… (Canmehmet : yanlışlıkla batırdığımız kendi gemimiz) Kocatepe faciası, zaafın büyüklüğünü gözler önüne sermişti.

Savaşın başlaması ile birlikte ABD, Türkiye’ye ambargo koydu. 1 Temmuz 1974 tarihindeki Resmî Gazete’de yayınlanan habere göre, Türkiye’nin haşhaş ekimini durdurmadığı için Amerika’nın ambargo koyduğu şeklindeydi. Kıbrıs Harekatı’ndan sonra, 1975’te(ki) silah ambargosuna bu sefer Kıbrıs’ta bulunan Türk askerlerini bahane gösterdi. Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye‘ye uyguladığı ambargoyu 1978 yılında kaldırdı. Ancak ilişkilerin 1974 öncesi duruma dönüşmesi, 1980’leri buldu.

Bu süreçte Türkiye, yine halkın özverileri ile savunma sanayinde yeni atılımlar gerçekleştirdi. ‘Kendi tankını, kendi silahını kendin yap‘ sloganı ile başlatılan kampanyalar sonucunda toplanan paralarla, 27 Ağustos 1974 tarihinde ‘Türk Kara Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı’ kuruldu.

İşte şimdilerde yaptığı önemli projeler ve şüpheli intiharlarla gündeme gelen ASELSAN da bu iklimde kuruldu. Askerî Elektronik Sanayii (ASELSAN), 1975 yılında Türk Silahlı Kuvvetlerinin haberleşme cihaz(ları) ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla hayata geçirildi. ASELSAN’ın bu süreçteki rolü, daha çok telsiz vb. hafif teknolojilerin üretimiyle sınırlıdır. ” (5)

Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılan; ne Amerikalılar’ın, ne de Ruslar’ın, bize gerçeğinde yüksek teknoloji vermedikleridir. Verdikleri teknolojiler, kendilerine göre “bir alt kalite” olarak değerlendirilmektedir.

Bu nedenlerle ve mutlak bir şekilde, ülke olarak ihtiyacımız olan Yüksek Askeri ve Sivil Teknoloji’yi üretmek zorundayız.

Defence News dergisi tarafından düzenlenen dünyanın ilk 100 savunma şirketi sıralamasında ASELSAN yükselişini sürdürmüş ve 62. sırada yer almıştır. ( http://www.aselsan.com.tr/tr-tr/hakkimizda/Sayfalar/Tarihce.aspx )

Demek ki inanıyorsan, çalışıyorsan ve bedelini ödüyorsan, oluyor.

Devam edecek…

www.canmehmet.com

Resim : Tarafımızca düzenlenmiştir.

Açıklama ve Kaynaklar :

(1) Aselsan Cinayetleri. Melik Duvaklı. s.37.

(2) https://tr.sputniknews.com/analiz/201703161027657767-rusya-ve-turkiyenin-s-400-anlasmasindan-kim-kazancli-cikacak/

(3) Devamı ve daha fazlası için bakınız : http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/murat-yetkin/amerikaya-kizip-rus-fuzesi-almak-40693474

(4) Aselsan Cinayetleri. Melik Duvaklı. s.36-37.

(5) Aselsan Cinayetleri. Melik Duvaklı. s.40-41.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Anti-Spam Quiz:

*